Bugün 20-30 yaş arasında olanlar, yüzyıllar önce bir kralın oğluna uyguladığı acı çekmeden, zorluk yaşatmadan, yokluk göstermeden büyütmenin sancılarını çekiyor. Hindistan'daki kral oğlu Sidarta Gotama'yı dünyadaki tüm acılardan, yokluktan, yaşlılıktan, hastalıktan korumak için özel bir sarayda yetiştirmeyi amaçladı. Ancak genç 29 yaşına geldiğinde hayatın gerçekleri olan acıları, yokluk, yaşlılık, hastalıkları fark ederek her şeyi terk ederek gerçeğin peşine düştü. Sidarta Gotama 29 yaşındayken tek oğlu olan Rahula’nın doğumundan hemen sonra, karısı Yasodhara’yı, şehrini geride bırakıp kendi yolunu (kendini) bulmaya karar verdi.
Altı yıl sürdü Sidarta Gotama'nın kendini bulma ve kendi olma yolculuğu. Bu süreçte oradan oraya gezip kendine ilaç olacak, kendini buldurup gönlünü rahatlatacak ne yol varsa denedi. Fakat anlatılanların çözüm olmadığını fark ederek en sonunda inzivaya çekildi. İnzivada iken o güne kadar öğrendiklerini derin ve detaylı bir şekilde, uzun uzun ve sakinlik içinde düşünerek (Meditasyon) sentez yaptı ve yeni bir yol olan kendi yolunu buldu. Siddharta Guatama bu süreçte içindeki nefreti, hırsı ve cehaletti yenerek “Uyanışı” yaşadı.
Ben Buda'nın 29 yaşına kadar olan sürecini bugün 20-30 yaş arasında olanların eğitimle dolu olan acısız, zorlanmadan, varlık içinde, hayat yaşayarak okuldan mezun olduğunda düştüğü duruma benzetiyorum. Birde Buda ile bugünkü çoğu gencin ortak noktası "ebeveyn yaklaşım" benzerliğidir. Herkes budanın hikâyesini bilir ama babasının ne düşündüğünü bilen yok. Budanın babası oğlu evi terk edip dış-gerçek dünyaya kaçtığında, ne düşünmüştür acaba?. Bu hikâyede yanlış veya doğru aramak yerine "her koşul kendi en iyisini verir" gerçeğini görmek gerekir. M.Ö 5. yüzyılda yaşamış olan Sokrates‟a atfedilen ve bir tapınağının kapısında yazan “nosce te ipsum” "kendini bil" ilkesi Budanın hayatında da etkili olmuştur. Çünkü aslında insanoğlunun doğasında "kendini bilmek" ve "kendini bulmak" güdüsü vardır.
Bugün 20-30 yaş arasındakiler Sidarta Gotama'nın da gerçekleri fark ettiği yaştalar ve gerçeğe uyanacaklar. Ama "gerçeklere uyanış"ı nasıl yaşayacaklar?. Bu noktada yine aileye çok iş düşüyor aslında. Anne babaların ilk yaşlardan itibaren çocuğun kendi başına bir şeyler yapmasına fırsat vermesi "kontrollü uyanışı" sağlayabilir. Çocuklara görev vermek, evde çeşitli küçük işlerin sorumluluğunu tanımlamak onların özdenetim kazanmalarına vesile olarak uyanışı erken ve kontrolü yaşamalarına yardımcı olabilir. Bu şekilde yetişen biri yetişkinlik dönemlerinde şahsiyet bütünlüğünü sağlamış, ruh sağlığı yerinde insanlar olarak hayata gereği gibi katkı verebilir. Özdenetim, kişinin, bir tepkiden kendini alıkoyabilmesine veya kendiliğinden gerçekleşen bir şeyi kendi iradesiyle kontrol altına alabilmesine imkân sağlar. Bunu için çocukların problem çözme, yeni bilgiler ışığında davranışı değiştirebilme, farklı stratejiler üretebilme, planlama, tepkiyi bastırma, duygusal kontrol, başlatma, organizasyon, zaman yönetimi özeliklerinin küçük yaşlarda (6-8) iken gelişmiş olması gerekir.
Özdenetim yetersizliği aşırı yemek, alkol, şiddet, gereksiz para harcama gibi istenmeyen zararlı alışkanlıklarla kendini gösterir. Ayrıca duygusal problemler, okul başarısızlığı, istikrarsızlık, bir görevi yerine getirmede başarısızlıklar ve hatalarla ilişki problemleri de bununla ilgilidir. Bunların çoğu ebeveyn yaklaşımları ile ilgilidir. Çocuklara en iyi koşulları sağlamak için kontrolü ele almak ve her konuda tek otorite olmak kısa sürede ebeveyni rahatlatsa da uzun vadede herkese zarar verir.
Oysa özdenetim gelişmesi kasların güç sarf etmesinin ardından hissettiği yorgunluk gibi kişisel gelişim sağlar. Egzersiz kasları nasıl güçlendiriyorsa özdenetim alıştırması da iradeyi kuvvetlendirir.
Esasında çocukların eğitiminde sindirme veya korkutma olmamışsa çocukta irade gelişimi ilk adımı başarıyla atmış demektir. Gerçekten, bugünkü gençlerde irade yok değil, var üstelik çok güçlü bir iradeleri var ve bunu da sadece kendi istekleri doğrultusunda kullanıyorlar. Bu iradeyi doğru yönde kullanıma yönlendirmek gerek. Ama günümüzde sadece aile değil içinde bulunduğumuz toplum, medya gibi sanal veya gerçek tüm ilişkiler gençlerin irade kullanımında etkili oluyor. Hatta bazen aileden çok daha etkili olan faktörler var. Maalesef bugün gelenekten ve kültürden kopuşun özgürlük olarak dayatıldığı bir ortam var ve rasyonel bir amaca hizmet eden tek bir çözüm önerisi yok. Üstelik her çocuk kendi koşulunun en iyisini yapmakla yükümlü, yani benzersiz bir koşulda örneği olmadan yol bulmaya çalışıyor. İşte gençler bu dönemde pusulasız yelkenli gibi savruluyor. İşleri zor çünkü bu dönem gençlerin görev ve sorumluluk almaya başladığı, yetişkinler arasına katılma sürecinin de yaşandığı dönem olmasıyla da stres yapıyor. Yinede bunlar doğal bir süreç ve her çağda yaşandı. Aristo, M.Ö. 350 yılında "Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar, yetişkinlere karşı saygısızlar, ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar" diyerek gençlerden şikâyet ederken Hesiod "Günümüz gençleri öyle umursamaz ki, ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağır başlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar."demiştir. Ancak Aristo ve Hesiod gibi ünlü olmayanlarında çokça şikâyet ettiği, gençlerin bugünkü modern dünyanın temelini atmış olması da ilginçtir. Demek ki, şikâyetler boşa gitmemiş, gençler her ne kadar isyan edip karşı çıksalar da eleştirileri dikkate almışlar. Eleştiriler ile tecrübeler gençlerin gücüne güç katarak çağları kapatıp, çağları açabilmiş. Saygıyla ve güzellikle yapıldığında eleştiri her zaman geliştiren bir araç olmuştur. Ben ümit varım, sizde öyle olun, rahat edin, rahat ettirin ki gençler bu sancılı süreci başarıyla geçirip, kendi doğrularını kurabilsin. Buda'yı hatırlayın.