ADALETİ AYAKTA TUTMAK
İhtilaf,her hangi bir meselede uyuşmazlık anlamına gelir. Farklı istidatlarla donatılarak dünyaya gönderilen insanların her hangi bir konuda farklı düşünmesi yadırganamaz.
Halef, kelime itibariyle; sözün bir sonraki versiyonu/başka ihtimali,farklı bakış açısı, tabir yerindeyse söz üstüne söylenen sözdür.
Yer yüzünde yaşayıp da Allah'tan başka sözü üstüne söz söylenmeyecek kimse yoktur. Onun sözünden başka tüm sözler, üzerine söz söylendikçe değer kazanır, dersek abartmış olmayız. Düşünceler, eleştiri süzgecinden geçip süzüldükleri oranda değerlidir.
***
İhtilaf kelimesinden türeyen muhalefet kelimesi ''ihtilaf etmek, farklı düşünmek'' anlamlarına gelir.
''Ümmetin ihtilafındaki rahmet'' ise bu anlamda büyük ihtimalle ümmetin fikir veya eylem üretmesine neden olan muhalefetttir.
''Barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar'' demiş büyüklerimiz. Hakikat güneşi fikirlerin çatışmasından doğar. Bir yerde durağanlık varsa orada üretkenlik yoktur. Tek düze düşünmeye alışmış, kafa konforunu bozmayan topluluklar düşünce üretemez.
Sözün burasında muhalefetin ve ondan doğacak yeni düşünce ve eylemlerin önemini inkar edemeyeceğimizi belirtmemiz gerekir. Bunu söylerken muhalefetin de bir ahlakı olduğu gerçeğini hatırdan çıkarmamak gerekir. Şunu da unutmalıdır ki: Muhalefet ahlakı ancak''bir kavme kinimiz'' olduğunda ortaya koyacabileceğimiz bir şeydir. Adalete en çok sarılmamız gereken yer de işte tam burasıdır.
***
Günümüzde muhalefet ahlakının dumura uğradığı belirgin alanlardan birisinin reel politik olduğu konusunda kimsenin itirazı olmasa gerektir.
Adalete dair duyarlılığımızı politik kabullerimiz uğruna umarsızca tüketirken ne kadar tükendiğimizin de farkında olmak gerekir.
***
Günümüzde iletişim ağlarının etkili kullanıldığı gerçeğinden yola çıkarsak, güncel siyasetin hayatımıza ister istemez etki ettiğini kabul etmek gerekir.
Gün geçmiyor ki toplumun gözü önünde yaşanan yeni bir olay gündemimize girmesin. Şu da bir gerçek ki öyle ya da böyle gündemimize giren olayları politik-siyasi ön kabullerimizden uzak algılayamıyoruz. Olayları gözlemlerken kendi politik perspektifimizi bir kenara bırakamıyor, yanlı baktığımız her olayda muhalefet ahlakında bir kere daha sınıfta kalıyoruz.
***
Bu noktada geçtiğimiz günlerde yaşanan bir olay üzerinde bir kaç kelam etmek gerekirse...
...Arkasında cevaplanmamış bir sürü soru bırakarak intihar eden babayı duymayanımız kalmamıştır.
Hani şu oğluna okul forması olan pantolonu alamadığı için (!) intihar eden baba...
Öncelikle konuya objektif açıdan baktığımızda olay hakkında gözlem yoluyla kabul edebileceğimiz ispat edilebilir tek şeyin ''bir babanın intihar ettiği gerçeği'' olduğunu görmekteyiz. Bundan başka söylenecek her sözün varsayımdan öteye geçme imkânı yoktur. Bir ölüm ardından konuşabilmek için ölenin yaşadıkları hakkında az çok bilgi sahibi olmak gerekli değilse nedir?
Ortada somut hiç bir verinin olmadığı konuda bir babanın geçirdiği yaşamsal travmaları göz ardı ederek yalan yanlış yorumlar yapmanın en azından müslümanın taşıması gereken adil şahitlik rolüne uygun olmadığı aşikârdır.
Sosyal hayatta yaşanan olayların siyasi-politik söylemlerin güçlendirmesi için kullanılması bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak hangi olay olursa olsun insanların acıları üzerinden siyasi-politik çıkarlar elde etmeye çalışmanın kabullenilecek bir yanı yoktur.
***
Savcılık açıklamasına rağmen yaşandığı andan itibaren olayın, babanın çocuğuna alamadığı okul forması nedeniyle meydana geldiği iddiaları ortalıkta dolaşmaya başladı. Oysa ne bu iddiaları dillendirenlerin ne de onu yayanların elinde babanın bu nedenle intihar ettiğine dair bir işaret ve somut bir şey vardı. Buna rağmen rant elde etmek için her fırsatı değerlendiren çevreler ölümlerden bile nemalanmakta sakınca görmeyerek mal bulmuş mağribi gibi olayın üzerine çöreklendiler.
Artık ''kahrolsun iktidar'' dı...
Babanın vebalini (!) kim ödeyecekti?
Bir pantolon için(!) ölüme mahkum eden ekonomi yerle bir olsun du...
''Kahrolsun'' du...
***
Gazeteler ve bir çok haber sitesi ile medyamız (!) bu asılsız iddiaların üzerine giderken halkımız da sosyal medyada sorumlu vatandaş bilinciyle (!) bu ahlaksız muhalefete omuz veriyordu. Tersine düşünenler ise beş dakikada yalaka ilan ediliyor ve hükümetten maaş almakla suçlanıyordu.
***
Bu olayla muhalefet ahlakından yoksun medyayı yüreklendirenin aynı ahlaki yoksunluğu yaşayan toplumlardan başkası olmadığına bir kere daha şahit olduk. Medyanın servis ettiği haberleri olduğu gibi alıp sosyal medyada hunharca kullanan müzmin ama ilkesiz muhaliflerimizin dünya görüşlerinin ne olduğunun da pek bir önemi olmadığını, dindar olan olmayan her kesimden insanın ortaya koyduğu ahlaksız muhalefetle dinin insan ahlakı üzerindeki belirleyici rolünün ne kadar da pasifize olduğunu gördük.
''Duyduğun her sözü söylemen günah olarak sana yeter'' nebevi uyarısının bile ahlaklı muhalefet algısı oluşturmada yetersiz kaldığına üzülerek şahit olduk.
***
İntiharların arka planında aranması gereken şey psikolojik travmalardan başkası değildir. Söz konusu ailenin -en azından- toplumun her kesiminin yaşayamadığı bir hayatı yaşadıkları gerçeği sansürlenerek servis edildiğinde herkes ölümün nedenini bir pantolona bağlamıştı. Baba, oğluna alamadığı pantolon nedeniyle intihar etmişti. Senaryo çok inandırıcıydı. Oysa intihar eden babanın sosyal medya hesaplarında yaptığı paylaşımlardan , çocuğuna pantolon almaktansa bir maç biletinin 250 TL olduğu Fenerbahçe maçını stadyumda izlemeyi tercih ettiğini öğrenmiş, söz konusu eğitim öğretim yılının başlayacağı yaz aylarını sık sık tatile çıkarak geçirdiğini de yine kendi paylaşımlarından anlamıştık. Bütün bunlardan söz konusu ailenin pantolondan daha başka şeyleri öncelediklerini ve ailede fakirlik edebiyatıyla örtülmeyecek kadar açık bir savurganlığın var olduğunu anlamak zor olmadığı halde olay iktidar karşıtlığı saikiyle kuru muhalefet malzemesi olarak kullanılmıştı. Oysa bir aile dramını her ne sebeple olursa olsun reel politik malzemesi yapmanın savunulabilir hiçbir yanı yoktu.
***
Olay bizce psikoloji ve sosyolojinin konusudur.
***
Başını ellerinin arasına alıp sormak istiyor insan, hadi kinimiz adalet duygumuzu örttü de biz insaf ve vicdanımızı nerde yitirdik?
Hani biz '' Yeryüzünde hakkı ayakta tutan şahitler olmak''la görevlendirilmiştik? Hani sevgimiz de nefretimiz de bizi adaletten alıkoymayacaktı?
Müslüman için muhalefet, itirazları dile getirirken icra edilen şahitlik eylemi değilse neydi?
Sözün burasında bir kaç şeyi hatırlatmakta fayda var. Müslümanın tüm eylem ve söylemlerinde adil olma gibi bir sorumluluğu vardır. Bir Yahudi hakkında bile adaletle hükmeden peygamberin ümmeti olarak, bulunduğumuz her ortamda adaleti ayakta tutan şahitler olmamız şarttır. Adalet açısından reel politikde de kavi bir duruş sergilemek zorundayız. Bu açıdan politik yorumlarımızda da -iktidar ya da muhalefet- tarafgirlik yapmadan yapıcı muhalefet çizgisinden ayrılmamız gereklidir.
Tarafında olmak doğru, tarafgir olmak yanlıştır.
Ayrıca bu ülkede muhalefet adına nasıl ki her şey rahatça söylenebiliyorsa iktidarda olanları destekleyenler de görüşlerini aynı şekilde söyleyebilmelidir.
Yapılan muhalif yorumların hiç birisi, yapanı muhalefet sevicisi yapmazken iktidar yanlısı yorumların yorum sahibini iktidar sevicisi yapması adil değildir. Sosyal alanda iktidar lehine söz söylediği anda yaftalanan, yalakalıkla suçlanan insanların da inandığını söylemeye en az diğerleri kadar hakları vardır ve bu hakları ellerinden alınamaz.
Son olarak bu ülkede iktidarın da muhalefetin de yapıcı eleştiriye ihtiyaçları vardır. Müzmin muhalif psikolojisiyle yapılan muhalefetin ne iktidara ne de muhalefete ne de halka bir yarar sağlamayacağı açıktır.
Söylem ve eylemlerimizle yaşlanan dünyada bıraktığımız izlerin hepsinden sorumlu tutulacağımızı unutmamak gerekir.
Bizden sonra geriye imar edilmiş bir dünya bırakmaktan daha da önemlisi zihni tekamül sürecinde kat edilmiş mesafelere sahip nesiller bırakmak önemlidir.
Hasılı kelâm
Adalet mülkün temelidir.
Selam ile