COĞRAFYANIN KALBİ
Bir şeyler yazmak lazım. Yaşamak kadar içli...
Yazmaktan uzak kalmak insanın hayatın hızlı akan sularında boğuşurken kendisinden uzak kalması gibi bir şey. Yazmak ise kendine yaklaşmak ya da kendine dönmek.
Canlı varlıkların tamamının bir ruhu olduğunu olduğunu düşünüyorum bazen. Ve insanın kendi ruhuna yaklaştığı kadar dünyada birlikte yaşadığı canlılarla iletişime geçebildiğini.
Ruhunun sesini duyabilmeyi kainatın ruhunu duyabilmeye benzetiyorum sonra.
Herkesin her canlı türüyle aynı tınıyı yakalaması mümkün değil elbette. Örneğin bazı ruhlar canlı dostlarımız dediğimiz hayvanlarla çok güçlü ilişkiler kurabilirken bazı ruhlar ağaçlarla bazıları ise dağlara taşlara rüzgâr ve bulutlara yakın olabilir ancak.
Bu yakınlıklardan doğar, derinliğinde kaybolduğumuz şiirler, şarkılar ve türküler...
Bir de yakınlık kurduğunuz varlıklarla en yakınlarınız arasında bir bağ oluştuysa değmeyin ruhunuza...
Serbest bırakın. Ve mümkünse çekilin aradan.
****
Geçtiğimiz günlerde güzel yurdumun güzelliklerinden birine doğru yaptığımız bir kaç günlük yolculuk sırasında ben de serbest bırakmıştım ruhumu:) Neler konuştuk onunla neler... Dönünce bir kısmını da olsa mutlaka yazmalıyım diye düşündüklerim oldu. Bakalım konuştuklarımızı yazıya dökebilecek miyim :)
****
Ülkemizin her köşesi ayrı bir güzel. Bu güzellikleri görmek, turistik bir takım çıkarımlarla anlatılamayacak kadar farklı deneyimler yaşatıyor insana. Elinizde bir fotoğraf makinasıyla dolaşmaktan çok daha başka bir şey, desem meramımı anlatmış olur muyum bilmem.
İnsanımız geziyor...Gerçekten çok geziyor. Turistik mekanların ağırladığı yerli- yabancı o kadar çok insan var ki...
Yıllar önce Kabe'de hissettiğim bir şey vardı. Aynı mekanı paylaşan insanların yaşadığı tecrübelerin farklılığını orda fark etmiş ve çok şaşırmıştım. İnsanlar bir yerlere aynı amaçla gitseler bile çok farklı şeyler hissedip yaşayabiliyor. İşin en garip yanı da insanın yaşanan bu farklılıkların bir çoğunu hissetmiş olması...
Bakanlarla görenleri ayırt etmek, yaşayanlarla hissedenleri fark etmek yorucu bir şeydir aslında. Ancak bu fark edişin insana ''bakanlardan değil de görenlerden'' olduğunu hissettirmesi farklı bir hazdır.
****
Toplum olarak gezdiğimiz yerlere ruhumuzla bakmayı nerdeyse unutmak üzereyiz. Karşılaştığımız doğal güzellikleri içimize çekme arzusu çok eskilerde kaldı. Şimdi gezip görmenin en öncelikli amacı malesef sadece fotoğraf çekmek...
Aslında fotoğraflar yaşananları daha uzun süre hatırlamak için çok önemlidir. Bu açıdan bakınca masum ve anlaşılabilir olduklarını düşünebiliriz.
Şimdilerde gezip gördüğümüz yerlerde etrafındaki güzellikleri hiç görmeyen, ellerindeki elektronik cihazlara garip garip gülümseyen insanlara şahit oldukça fotoğraf çılgınlığının masum ve anlaşılabilir yanının giderek azaldığını söylersek yanılmış olmayız.
Çekilen fotoğrafların sosyal medyada paylaşılmak ve insanların kendilerini bin bir türlü efektle tanınmaz hale getirmekten başka bir amaca hizmet etmediğini görüyor ve hayretler içinde kalıyoruz. İnsanların gördüğü güzellikleri yaşamak, onlara dokunmak şöyle dursun poz verirken yüzlerinden fotoğrafın altına yazacağı cümleleri düşündüklerini anlamak hiç de zor değil artık. Bu amaçsızlıklarla zamanı ve coğrafyayı öldüren bir toplum haline geldiğimizi görüyor ve gerçekten çok üzülüyoruz.
Coğrafyanın kalp atışlarını duymak, insanın içinde bir amacının olmasına bağlıdır. İşte tam bu noktada kendi küçük çevremiz için bir şeyler yapmamız gerekiyor. Kültürler nesilden nesile aktarılarak taşınıyorsa bizim de bizden sonraki nesiller için mutlaka bir şeyler yapmamız lazım. İşe farkındalıkları artırarak başlamak biz ve bizden sonra gelecek nesiller için iyi bir başlangıç olabilir.
****
Rize'nin geniş vadileri çevreleyen yüksek ve sadece yeşilden oluşan dağlarının arasında akıp giden derelerin kenarlarında kurulmuş yaylalarında dolaşırken yarattığını güzel yaratan Rabbimizi anmadan edemiyorsunuz. Bulutların içinde yürüyor hissi veren dağların yamaçlarında dolaşırken etrafınızı çevreleyen sislerin Çukurova'da yüksek zirvelerde gördüklerinizden çok farklı olduğunu fark edip hayretler içinde kalıyorsunuz. Kaçkarların zirvelerindeki sis bulutlarının insan sağlığına Çukurova'nın yüksek yaylalarında olduğu gibi zararı olmadığını öğrendiğinizde ise buralardaki doğa olayının sizin gördüklerinizden kesinlikle farklı olduğunu anlıyorsunuz.
Dağlarda yeşilin her tonu birbiriyle iç içe geçmiş ağaçlara cömertçe işlenmiş. Yürüyerek çıkmayı hayal ettiğinizde otları elinizle aralayarak toprağa ulaşabileceğiniz hissine kapılıyorsunuz. Toprağa tutunan otların ağaçların renk ve dik duruşlarının farklı oluşu insanın hayata tutunurken edindiği tavırlara çok benziyor. Aynı hayata tutunan insanın hayatı yüklediği anlam ile farklı tonlarda yaşaması...
Gökyüzüne bu kadar yakın olmak bir de... Yarım saatlik yaya yürüyüşüyle Ağustos ayında erimeyen karların olduğu zirvelere ulaşabilme hissi insanı başka alemlere götürüyor.
****
Ben çocukluğumu dağların başında geçirdim. Sadece yaz aylarında en fazla bir ay giderdik, ancak demek ki yaşanmışlıklar ne kadar çokmuş ki Kaçkarların zirvelerinde hissettiğim en yoğun duygu ''zaman tüneline girmiş gibi olmak'' tı. Sanki zaman tüneli yılları aşıp çocukluğuma götürdü beni. Dağların arasında dolaşırken babamın elinden tutmuş yürüyor gibiydim. Derelerin hızlı akan sularının küçük kayaların dibinde oluşturdukları helezonlara bakarken yıllar geriye sarıyor gibiydi. Kayaların diplerine baktım uzun uzun... Çocukken oralardan görmekten korktuğumuz yılanlar yine çıkacak gibiydi. Otların üzerinde yürürken attığım adımla önümde zıplayan çekirgeler ise çocukken öldürüp kekliğimize yedirdiğimiz çekirgelerdi sanki.
Mis gibi kokuyordu her yer. Etrafta kokulu bitkiler de yoktu aslında. Toprak, temiz hava, otların kokusu bir de derinden gelen kekik kokuları. Alıp götürüyordu çocukluğumun dağlarına.
Karadeniz'de Trabzon'dan sonra Hamsiköy, Maçka, Yalıncak, Yomra, Yeşilyalı, Sürmene, Çamburnu, Kıyıcık, İyidere tabelaları arasından geçerek Ayder yaylasına ulaştığınızda sizi bekleyen muhteşem doğa ziyafetini mutlaka tatmalısınız.
Yaylalarından indiğinizde ise hırçın dalgalarıyla kıyıyı döven Karadeniz, hayata karşı direncinizi destekleyen vefalı bir dost gibi sizi karşılıyor.
Trabzon’un Maçka İlçesinde Altındere Vadisi’ne hakim Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine kurulmuş olan Sumela Manastırı ise insanlığın ilkel zamanlarda ulaştığı dini mimarideki zirveyi gösteren önemli bir yapıt.
İnsanoğlunun dünyayı imar ederken neleri başardığını görüp hayretler içinde kalacağınız manastıra gittiğinizde fotoğraf çekip paylaşmaktan daha farklı amaçlarınız olursa size çok şey katacak bir yer...
Uzungöl.... Dağların arasında uzunca duruşuyla cennetten bir köşe gibi adeta. Bazı mekanlar asla fotoğraflanamıyor. Bunlardan ilki Kâbe, ikincisi Uzun göl. Mekanın ruhunu hissetmek için kesinlikle orda olmalı ve giderken yüreğinizi de yanınıza almalısınız.Yaptığınız yolculukları turistik seyahatten ayıran en önemli şey ''yüreğinizi yanınıza alıp almadığınız''dır. Yüreğinizin sesini kısmadan yaptığınız yolculuklardan yüreğiniz büyüterek dönersiniz. Bu da ''Seyahat edin sıhhat bulun'' nebevi hatırlatmasının küçük bir tezahürü olsa gerek.
Yüreğinizle beraber gittiğinizde bir parçanızı orda bırakmış hissiyle dönecek ve o parçanızı coğrafyanın kalbinin sesindeki ritme emanet edeceksiniz.