DEĞER MİYDİ?
Doğru düzgün kış yaşanmadı bu yıl. Küresel ısınma değilse İzlanda Alçak Basıncının etkisi olsa gerek. Şimdi yaşanmamış bir kışın ardından gelen baharla her yer kıpır kıpır. İnsanlar güzel havayı gördüklerinde kendilerini sokağa atıyorlar.
Etrafa şöyle bir bakınca her şey çok güzel görünüyor. İnsanlar mangal yapıyor, top oynuyor. Bisiklete biniyor... Hayatın görünen yanı böyle. Her şey çok güzel, hayat bile...
Bize verilen hayatı yaşarken ne kadar çok boyutlu yaşıyoruz farkında mısınız? Ne çok örtmek zorunda kalıyoruz sevinçleri yaşarken, hüzünleri. Bir yanımızda çiçekler açarken bir yanımızın hazana dönüşüne şahit oluyoruz çoğu zaman. Hadi itiraf edelim; içimiz avaz avaz bağırırken dışımızı susturmak zorunda kalmanın ne kadar zor olduğunu. Saklamaya gerek var mı insan yanımızı?
Toplumsal ödevlerimiz var bir de... Off..! Ne çok zorluyor bizi. İçimizde fırtınalar koparken hayatı alabora etmemek için nasıl da tükeniyoruz! Anne olmak, baba olmak eş dost biz olmaktan da önemlİ çünkü. Kendimizi yaşamaya hakkımız da yok aslında. Sevinçlerimizi hüzünlerimizi beklentilerimizi hiç ama hiçbirini yaşamaya hakkımız yok.
Hayattan beklentilerimiz ise, ya hiç olmamalı ya da minimize olmalı. Hiç kimseden bize değer vermesini beklememeliyiz meselâ. Dostluğumuzun fedakarlıklarımızın görülmesine de gerek yok. Gelişine yaşamalıyız hayatı.
Hayat ne çok şey istiyor bizden. Topraktan biten minicik bir bitkinin bile ihtiyaçlarının olduğu dünyada insan denilen karmaşık yapının ihtiyacının sadece yemek içmek gibi fizyolojik ihtiyaçlarla sınırlandırılması ne kadar doğru? Değil elbette. Yeteri kadar giderilmediğinde çeşitli toplumsal ve bireysel problemlere yol açan ihtiyaçlarımız da var. Bunların içinde değer bulma ihtiyacı şüphesİz çok önemli bir yere sahip. Maslow buna ''ait olma-sevme'' ihtiyacı diyor ve hiyerarşisinin en önemli noktasına yerleştiriyor. Ait olma ve sevme ihtiyacı karşılanmamış bireylerin ''kendini gerçekleştirme olasılığı çok düşük.
İnsanın en önemli ihtiyaçlarından biri olan 'Ait Olma ve Sevme İhtiyacı' nın giderilmesinin önündeki engel nedir?
Bu sorunun bir çok cevabı var elbette ancak küçük bir köşe yazısının sınırlarını zorlamayacak boyutuyla sadece bir açıdan bakalım.
Hayata verdikleri, aldıklarından çok olan insanlar açısından bakıldığında bu ihtiyacın giderilmesinin önündeki en büyük engelin çevresindeki insanlar olduğunu kabul etmeyen var mı? Değer verirken değer bulamamak, ait olma ve sevgi ihtiyacının giderilmesinin önündeki en büyük engellerden birisi olsa gerek.
Yaşadığımız dünyada, insanlar arası ilişkilerdeki iletişim sorunu çağımızın en büyük sorunlarından birisi olarak karşımızda duruyor. Bu sorunun en büyük ayağını ise yakınlarından gördükleri sevgi ve değere karşı kayıtsız kalmayı tercih eden insan davranışları oluşturuyor. Eşimdir, çocuğumdur, ailemdir, dostumdur her kahrımı çekmeye mecburdur, anlayışı bizi en yakınlarımızı yadsıyarak huzuru uzaklarda aramaya götürüyor. Yakınlarımızdan gelen sevgi saygı ve onların bize verdikleri değere karşı katı bir duygusal körlük yaşıyoruz. Yakınımızdaki insanlara hak ettikleri değeri vermediğimizde onları sevgi ve ait olma ihtiyacından mahrum bırakarak kendilerini gerçekleştirmiş bireyler olmalarına engel oluyoruz.
Yakınlarımızdan esirgediğimiz kadirşinaslığı uzaklara cömertçe sunmanın da bir getirisi yok aslında.
Atalarımız ''Komşudan gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz'' demişler. Yakınındaki gerçeklere gözlerini kapayanlar uzaklarda buldum sandıkları yalanlarla bir süre avunabilir belki. Ancak hayatın gerçekleri zamanı geldiğinde bizi bizden çok seven dostlarımızın kıymetini kafamıza vura vura öğretir. Nerden geldi demeye fırsat kalmadan çoğu zaman iş işten geçmiş olur.
****
Ne çok şey var bizleri eş ve dostlarımızdan uzaklaştıran... İçinde yaşadığımız teknoloji çağında yakınlarımızı uzak eden şeylere her geçen gün hızla yenileri eklenirken, sanal ortam ve diyalogların, hayatın gerçeklerini çok ciddi ve telafisi imkansız bir şekilde tahrip edişini izliyoruz çaresizce. Hayatı gerçeklerden uzakta bir yerde yaşamak zor olmasına zor da, asıl zor olan; yakınlarımızı bir bir kaybediyor olduğumuz gerçeği değilse nedir?
İnsanın doğasında kendini ifade etme ve anlaşılma duygusunun var olduğunu hepimiz kabul ederiz. Kendimizi illaki birilerine anlatmak isteriz. İnsanlardan anlayacak kimse bulamadığımız zaman da pes etmez, başka şeylere yöneliriz.
Eskiden insanlar dertlerini anlatacak kimse bulamayınca güneşe aya yıldızlara anlatırlarmış. Olmadı akan sularla konuşurlarmış su gibi akıp gitsin diye. Bazen de dertler bir şiirin mısraları arasına ya da bir türkünün en içten tınısına gizlenirmiş.
Şimdilerde öyle mi? Çağın getirdiği teknolojik yenilikler öyle bir kuşattı ki bizi, şiirlerimiz sustu türkülerimiz söylenmez oldu. Bir milletin en kıymetli değerleri olan edebi eserleri üretemez olduk. Yaşadıklarımızı sanatsal bir ifadeyle harmanlayacak özden mahrum kalınca sözümüz de sustu özümüz de...
Onların yerine sanal alemlerde ettiğimiz baba laflarla avunur olduk. Yanımızda bizi canı kadar değerli bulanlara kör olurken; artan like sayılarıyla mutlu olur olduk. Öyle ki mutluluğu hastalandığımızda bizi ciğeri yanarak soranların yüreğinde değil 'hasta hissetiğimiz' paylaşımların altına yapılan riyakar yorumlarda aradık.
****
Hayatımızda ne çok insan var. Dünya ne kadar da küçük. Bir tıkla istemediğimiz kadar insana ulaşabiliyoruz. Derdimizi anlatmak için dost aramamıza da gerek kalmadı artık. Cansız ekranlara yazdığımız ruhsuz cümlelerle avunuyor, yalnızlığımızı fark bile etmiyoruz. Güneşli havalarda elini tutup gezmek istediğimiz dostlarımız da yok. Hava güzel de olsa kötü de olsa umursamıyoruz. Hayat algımızın rengi, ekranımızın çözünürlük kalitesiyle paralel gidiyor. Hayatımızda kimseyi istemiyoruz. Sonra yalnızlıktan dem vuran kelimelerle insanların dikkatlerini çekmeye çalışırken gerçekleri öyle bir gizliyoruz ki bize bile görünmüyor. Kendi ellerimizle kurduğumuz renkli dünyanın aldatıcı ışıkları öyle göz kamaştırıcı ki dostlarımızın gözündeki ışıltıyı bile göremiyoruz.
... Sevmeyi sevilmeyi de unuttuk.
Sadece sanal dünyalarda var olan benliklerimiz nefes alamıyor. Oksijensiz kaldık. Bize nefes aldıracak eşimiz dostumuz da yok yanımızda... Sanal dünyanın kahredici ışıkları arasında yitirdiğimiz değerlerin değerini fark edecek durumda bile değiliz. Yaşadığımız yok oluş öylesine sessiz ki onu farkedemiyoruz bile .Her geçen gün kimyası biraz daha bozulan ruhumuzun can çekişmesini de duymuyoruz. Ekran önüne hapsettiğimiz hayatlarımızdan hayatın anlamı olan değerler bir bir çıkıp gidiyor. Farkında değiliz; çünkü artık ne eşe ne dosta ihtiyacımız var.
Bu hengâmede çok şey yitirdik...
Kitap okumuyoruz mesela. Bir şiir yazmak şöyle dursun dinlemiyoruz bile. Ruhumuz bunca hoyratlığın içinde taşa kesti sanki. Ne sevgisini can sunar gibi sunan dostlarımızın bakışları ne de gözyaşları ruhumuzu etkilemiyor. Karşımızda bizi sevdiği, kaybetmek istemediği için katıla katıla ağlayarak ''bizden bizi dilenen'' dostlarımızı da umursamıyoruz.
Ne anıların kıymeti kaldı ne hayallerin. Dostlarımızın kahrında yitirdiğimiz insanlığımızı sahte dünyalarda mamur göstermeye çalışırken sevdiklerimizin son gözyaşlarını kendimizden bile saklayamıyoruz.
Hayatlarımızı kendimize zindan ederken en çok da etrafımızda bizi seven ve değer veren insanlara zarar veriyoruz. Yaşanabilir bir dünyada nefes almak herkesin hakkı iken nefes alamaz hale getiriyoruz bizi sevenleri. Oysa ne çok gerçek var etrafımızda. Bizi biz olduğumuz için seven olumsuz yanlarımızı göz ardı eden ve bizi her türlü hatamıza rağmen kabul eden can dostlarımızı canlarından vuruyoruz.
İhtiyaçları karşılanmayan insanlar armağan ediyoruz topluma. Islah etmek için gönderildiğimiz yeryüzünü ifsat ediyoruz farkında olmadan.
DEĞER MİYDİ?