Parlak, simli kar resimleriyle süslenmiş, kartlar ve onlara dokunmayla başlardı yeni yıl bizim için. Bir Adanalı olarak hiç görmediğimiz bembeyaz karı kartlar üzerinde görmek bile çok heyecan vericiydi. Resmin üzerinde oluşturduğu üç boyutlu tırtıklı bölgeye dokunma hissinin çok farklı olduğunu söylesem bu kadar ayrıntıya ne gerek var demezsiniz,değil mi?.
Kartların üzerinde sergilendiği farklı bir platform vardı o zamanlar. Tek tek rengarenk kartların dizildiği sergi tahtası gibi bir şey... Önüne geçer seçmeye başlardık kartlardan. Göndereceğimiz kişiye göre seçerdik tabii ki. Kimisi çiçekli, kimisi kuşlu kimisi de tahta kulübe resimli olurdu. Hepsinin ortak noktası kar figürü ve özellikle çok güzel parlayan simlerdi.
Yeni yıllarını ''en içten dileklerimizle'' kutladığımız büyüklerimizin ''ellerini öper'' öylece koyardık zarfın içine. Yıl başı kartıydı nasılsa, zarfı yapıştırmaz öylece gönderirdik. Şehirler geçip gidecek olsa da birileri görecek diye korkmazdık hiç. Şimdilerde ekran kilidi koyduğumuz telefonlarımız çantalarımızdayken anlayamayacağımız bir güvendi bu.
Sonra sevdiklerimizin kartları alacakları muhtemel günde bir heyecan kaplardı içimizi. Postacının kapılarını çalacağı muhtemel saatte ise heyecan doruğa çıkar gönderdiğimiz yılbaşı kartlarını alan sevdiklerimizin sevinçlerini görür gibi olurduk.
****
Havalar da hep soğuk olurdu.Gerçi Adana işte... Ne kadar soğuk olabilirse öyle...
Yılbaşı gecelerinde ise komşularla bir araya gelirdik. Anneler babalar ve çocuklar... Çok da geniş olmayan salonlarımızda yanan odun sobalarının sıcaklığından daha sıcak yüreklerimizle toplaşırdık. O yıllarda akşamları gezmeye gitmek nadirattandı. Ertesi gün okulların tatil olacağını bildiğimiz için geç saatlere kadar komşu çocuklarıyla bir arada olacağımızı da düşününce daha bir iple çekerdik yılbaşı gecelerini.
Babalarımız masaların başında iskambil tavla vs oynarken biz de yerde toplaşır tombala oynardık. Çıtır çıtır yanan sobanın yanı başında otururken mandalina kokusunun çerez kokusuna karışması kadar güzel bir şey yoktu.
Bir yanda açık duran televizyonun sesi ise alttan geçen fon gibi gelirdi bize. Eğlencemizi onun bile bozmasına izin vermezdik.
Hasılı kelam eğlencelerimiz de hayatlarımız gibiydi. Abartıdan uzak sessiz sakin ve huzurlu...
****
Yılbaşı sabahı ekmek almaya giderken soğuğu bir başka çekerdik içimize. Eski yılın yaşlı bir dede yeni yılın ise genç olarak tasvir edildiği görselleri o kadar içselleştirirdik ki yeni yılın ilk gününü o resimlerdeki genç gibi hayal ederdik. :)
****
Ben ise yılın ilk günlerin çok hızlı geçmesini isterdim. Doğum günüm çabucak gelsin diye eve gelen takvimlerin ilk günlerinden doğum günü tarihimi bulup kutsal bir şeymiş gibi izlerdim.
O ilk gün geçtikten sonra hayat normal seyrinde devam ederdi. Çok da fazla bir şey değişmezdi genelllikle.
****
Hayatımız işte böyle tek düze ve siyah beyaz resimlerdeki gibiydi. Ama bu renksizlik o kadar güzel yakışırdı ki hayatlarımıza...
Mecaz değil gerçek; etrafımızda her şey gerçekten çok renksizdi. Televizyonlar, fotoğraflar, giydiğimiz kıyafetler, kutlamalar, kartlar, şekerler, lunaparklar her şey ama her şey çok renksizdi. Ama o kadar da güzeldi.
Televizyonlarımız tek kanallıydı. Yayın istiklal marşıyla başlar istiklal marşıyla biterdi. Haberleri tek kanaldan izlerdi büyüklerimiz. Sürekli cızırtı yapardı yayınlar. Açık oturumlar tartışma programları da yoktu. Belki de o yüzden daha az stresli olurlardı. Barış Manço doğallığıyla renklenirdi hayatlarımız. Sadece hafta sonu izleyebileceğimiz filmlerin renksizliğinin verdiği renk ise bambaşkaydı.
Arabaları da yoktu babalarımızın. Bizi her hafta sonu bir avm ye götürme şans-sızlık-ları da... Elimizden tuttukları gibi gül bahçelerine, pamuk tarlalarına götürürlerdi. Gıcırdayan salıncaklarda sallarlardı bizi ama hem onlar hem biz çok mutlu olurduk.
****
Sonra biz büyüdük. Yeni yıl kutlamaları da artık başka şeyler ifade etmeye başladı. Kimliğimizle örtüşmediğini düşündüğümüz şeyleri reddetmeye başlamıştık. Sonra yavaş yavaş akrabalarımızın yeni yıl kutlamalarına katılmamaya da başladık.
****
Şimdilerde ise yeni bir yıla girince ayrı bir heyecan yaşıyoruz elbette, ancak yılbaşı gecelerimiz-eğlence anlamında- kutlamalardan uzak geçiyor. Her yılbaşında sadece yeni bir yıla giriyoruz anlayacağınız. :)
****
Hayatımızın bir bölümüydü o siyah beyaz yıllar... Ve çok güzel geçmişti.Sonra tüm yıllar birbirine benzemeye başladı.
Kendimize koyduğumuz hedefler ve onlara ulaşma heyecanımız da olmasa bir yıl daha yaşamış olmaktan başka bir anlamı olmayacak yeni yılların.
Ha bir de gelen her yıl sevdiklerimizi birer birer almaya devam etmesi var...
Geçen yıl bu gün kimler vardı hayatımızda... Bu yıl bu gün kimler yok. Gelecek yıl kimler olmayacak... Tabir yerindeyse her yıl yeni bir yanı göçüyor içimizin. Hayat mücadelesine yenik düşen yakınlarımız ve ölüme giden hastalıklara yürüyen dostlarımız... Her geçen yıl başka birilerini eksiltiyor hayatımızdan.
****
Hayat ne kadar da hızlı geçiyor. İnsanın dur diyerek ellerini makas gibi açası geliyor öyle değil mi?
Hızlı geçen bu hayatta tek değer insan olma onurunu taşımak olsa gerek. Yüreklerimiz, hayatlarımız, dahası bilinç ve farkındalıklarımız... Hayat onların kalitesi için verdiğimiz mücadelelerle anlam kazanıyor.
Daha çok kitap okumak, daha fazla yüreğe dokunmak... Daha bir ortak olmak mazlumların duasına. Eylemlerimizle doldurduğumuz defterimizi ise yüreklerimizin sahibiyle beraber okuyacak olmanın tatlı huzuru olmasa ne geçen yılın bir anlamı olurdu ne gelecek yılın.
Bir günü bir gününe denk olmanın ziyan olduğu bilinciyle yeni gelen yılda daha kazançlı olmaya çalışmak.
İçimizin gücünü dışımızda inşa etmek... Kavi bir yürekle yeni bir yıla, yeni bir zamana merhaba.