UMRE NOTLARI -1-
Kapkara bir sevdanın yürek titreten öyküsüydü. On yıllardır içimde büyütmüştüm. Tenha akşamları şahid tutarak yazmıştım ona hasretimi. Gözyaşlarımla yazdığım hasret dolu satırları yüreğimden başka okuyan da olmamıştı.
Çok uzaklardaydı aslında, ama kalbim kadar yakın hissediyordum.. ‘Mü’minin kalbi Beytullah’dır’’ diyen güzler güzelinin kastettiği çok şey vardır, ama ben onu kalbime çok yakın bir yerde hissederek bağlıyordum yüreğime.
Beytullah... Allah’ın evi...
Sembollerden bir semboldü elbette. Ama temsil gücü o kadar yüksek ve yakıcıydı ki azametini bütün haşmetiyle hissettiriyor ve titretiyordu. Tam da kâlp hizasında…
Dört duvardan oluşan, sade gösterişsiz yapısıyla yeryüzündeki ihtişamlı yapılara meydan okuyuşuyla koruyordu geçmiş ve gelecekteki en müstesna yerini.
İbrahim’in as eliyle yükselmiş, Sathında ilkin İsmail’in minik adımlarını taşımıştı Yeryüzünün. İnsanlar için kurulmuştu. Tüm zamanlar boyu dört köşesinden ışığını dünyaya saçıyordu.’’Şüphesiz insanlar için kurulan ilk ev Mekkede alemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan KABE dir.’’ A. İmran 96
İnsanüstü bir tesir gücü vardı. ‘’Beni zorla çıkarmasalardı senden asla çıkmazdım’’ diye iç geçiren nebinin ufuklarda kaybolan bakışındaki sevdaydı.
Mistik anlayışların ruhsuzlaştırdığı anlamının yanında gerçek anlamını kuşanıp ruhlarıyla dirilerek kıyamlara duran nice kahramanlar gördü dünya..
Allah demek anlam demekti… Beytullah ise bu anlamın sembolü..
Zamanlardan bir zaman içinde bu anlam hattında yaşanmış mütevazi bir sevda öyküsüne ben de dahil olmuştum. Okunmaya ne kadar değer bilmiyorum ama yaşamaya değdiğinden eminim.
****
Çocukluğum Kâbe sevdasının akşam sohbetlerine konu olduğu bir evde geçti.
Her yıl bir fırsat bulup koşa koşa Kâbeye giden bir babanın, yanından hiç ayırmadığı şanslı kızıydım.
İbrahim’e (as) haccı insanlar içinde duyur emri ilahisi sanki babacığıma da gelmişti. Her gidip gelişinde yaşadıklarını büyük bir heyecanla paylaşırdı…Belki de herkesle paylaşırdı ama bana sanki sadece benimle paylaşıyor gibi gelirdi hep.
Sıcak çöl yolculuklarından getirdiği sevda öyküleriyle büyütmüştü beni. Otobüsün camından çıkardığı yumurtayı pişiren sıcak yolculukların tüm duraklarında beni de durduruyordu anlattıkları. Kerbelâ’ da Hüseynin acısını yaşıyorduk birlikte. Kâbe’nin avlusundan gelip yüreğimde makes bulan hikayeleri dinlerken babasının anası Fatıma kadar olmasa da şanslı hissediyordum kendimi.
Kısacası onun bilincinden gelip yüreğimde oluşan hatta çok güzel şeyler oluyordu. Şimdiki çocukların anlayamayacağı bir şeylerdi bunlar…
Yaşadığımız şehrin kenarlarında bir mahalledeydi evimiz. İnsanlar çok sıcak, insanlıklar çok bakirdi. Belki de bu yüzdendi babamın yüreğinden yüreğime akan sevdadaki heyecanın kalbimi titretişi… Kısaca seksenlerde bizim mahallede minicik evimizde çok güzel bir sevda büyüyordu.
****
İşte böyle bir sevdaydı benimkisi. Hasret dolu hayallerle yoldaş olmuş bir sevdayla yaşıyordum hayatı.
Uzunca bir zaman geçti böylece…
Yıllar sonra bir gün bir şeyler oldu, beklenmedik bir anda Kâbe’ye gidecek yollar açılmaya başladı önümde. Yıllardır içimde büyüyen büyük özlemi vuslata dönüştüren engeller bir bir kalkmaya başlamıştı. İnanamıyor hayretle izliyordum olup biteni. İmkansızlıklar bir bir mümküne dönüşüyordu.
Her şey o kadar rahmani ve güzeldi ki… İnanılmazdı ama gerçekten bir şeyler olmuş ve ben Kâbe’ye gitmek üzere hazırlıklara başlamıştım.
Hem de babamla.
Gün başka ışıyordu artık bana. Güneş başka doğuyordu.
Yıllardır ruhumla yaşadığım hasrete dair hayallerim, hayatımda daha gerçekçi yankılar bulmaya başlamıştı. Uzun yıllar yaşlı gözlerle baktığım gökyüzüne örtüsünden karalar çalmış, ‘O’nun karşıma gelip duran hayaline çok defa şahid olmuş daha bir özlemiştim onu. . Yaşımdan büyük hasretler büyütmüştüm içimde. Şimdi ise vuslata dair sevincim, biriktirdiğim hasretlerden daha fazlaydı.
Vuslata yaklaştığım o günlerde , Allah’ım hayaline yaklaşmak bu kadar güzelse vuslata ulaşmak ne kadar güzel, diyerek ‘O’ nu hamd ile tesbih ediyordum.
Kâbe’de namaz kılanları izliyordum. Yakın bir zamanda orada olma umudu ne kadar da güzeldi… İnsan özleyince cansız taşlar bile ne kadar sevimli geliyordu.
Çocukken sararmış fotoğraflardaki çöl kumlarında izini gördüğüm Peygamber ve arkadaşları geliyordu gözümün önüne. Mermerler mücadelenin, azmin şahidi olan çöl kumlarına dönüşüyordu gözümde.
Okunan ayetleri araya giren yıllardan uzakta bir yerden duyuyordum sanki. Rahmeti solumaya çeyrek kala, heyecan ve özlem zirvelere çıkıyor kendimi çok özel hissediyorum.
Yürekler sevince güzelleşir. Kabe’yi sevince güzelliğin kendisi oluyor adeta.
Artık gözyaşlarımın hasretle akışına değil vuslat muhabbetiyle çağlayışına şahid oluyordu yerler ve gökler.
****
Her şey çok güzel..
Dünya ve içindekiler..
Dünyanın önüne çıkıp kollarımı açarak haykırmak istiyordum ;
Bir dakika dünya..!
Ben geliyorum..Hasretimi vuslata çeviren rüzgarlar ne kadar da tatlı esiyor. Rabbim..! Sana nasıl şükredeceğimi bilmiyorum. Evine yakın yaşayan yüreğimi şimdi de ona yakın olmakla rızıklandırıyorsun. Senin ‘Evim’ dediğin bu kadar güzelse sen ne kadar güzelsin kim bilir…
Sen benim Rabbimsin. Ben ise aciz, günahkar kulun..
Senin rahmetinden umut kesmemeyi peygamberin Yakub’dan öğrendim..
Ki o çocuklarına ‘’Sakın Allahın rahmetinden umut kesmeyin, Onun rahmetinden ancak kafirler umut keser buyurarak aratmıştı Yusuf’u…
Şimdi de ben.. Senin rahmetine sonsuz güveniyorum.
Ve seni çok seviyorum..
Selâm ve selâmetle..