UMRE NOTLARI -3-
Orada...
Karanlığın tam orta yerinde asırlar önce doğmuş bir güneş. Yanı başına gelen nice sevdalı yürekleri misafir ağırlar gibi ağırlamış, en nadide hasretlere konu olmuş, özlem dolu gözyaşları ile ona kavuşmak için dualar edilen, kavuşulduğunda ise insanı çok eski bir dosta tarifsiz bir özlemle kavuşmuş gibi bir duyguya bürüyen, sevdasıyla adeta göklere doğru kanat açtıran...
Kainatın gözbebeği...
O her zamanki gibi, yerinde duruyor. Ama benim yüreğim her zamanki gibi değil.
Biliyorum o, dünya kuruldu kurulalı hasret dolu yüreklerin sevdası olmuş... Ama nedense çoğu zaman onu benim gibi hiç kimse özleyemez, diye düşünmekten kendimi alamıyor bu yüzden kavuşmalarımın da bir başka olacağını hissediyorum. Hatta bir adım daha öteye gidiyor, ayrılışımın bile başka olacağını düşünüyorum...
Sözün burasında tüm sevdalıların yüreğini saygıyla selamladıktan sonra, yüreğimle söyleştiklerime bakarak benim sevdam bir başka, diye düşünmekten kendimi alamadığımı ifade etmek isterim. Onu benim gibi kimse özleyemez, bekleyemez sanıyorum. İster deli deyin ister başka bir şey...Ama hissettiklerim böyle. Samimi bir yürekle söylüyorum siz de dostça anlayıverin :)
Aslında insan yoğun yaşadığı her duygunun eşsiz olduğunu düşünüyor, desek yanılmış olur muyuz bilmiyorum. Çevrenize bu açıdan şöyle bir daha baktıktan sonra bir de şaire kulak verin. Sanırım sonra bana da hak vereceksiniz.
Daha senden gayrı aşık mı yoktur
Nedir bu telaşın vay deli gönül
Hele düşün Devr-i Ademden beri
Kimler geldi geçti vay deli gönül...
*****
Özlem dolu bir ömrün vuslata şahitlik etmeye hazırlanan bir kesitindeyiz. Yakında ömürlük özlemlerimiz belki de yerini vuslatla büyüyen daha büyük bir hasrete bırakacak...
Garip bir duygu...
İnsanın yüreğini bir yere bırakamadan yanında götürmek zorunda olması. Ve acısını çekmesi bunun... Rahmetle karşılaşma ihtimali gerçekten farklı bir güç istiyor. Doğduğunuz günden beri yanınızda taşıdığınız bir yüreğiniz var. Ve siz yüreğinizin sahibini unutarak neler neler işlediniz...Şimdi ise rahmete doğru yola koyulduğunuzu hissediyorsunuz.
Yıllarca yol vermeyen olmazlara rağmen, kuşlar gibi uçup damına konmayı hayal ettiniz.
Özlem dolu gecelerin sonunda gözlerinizden süzülen yaşlara şahit olmuş seherlerde sabahladınız...
Sonra, geçen uzun yıllar...
Kaç günbatımında gözerinizi ufka diktiğinizi saymamışsınızdır. Kaç akşam dilinizden özlem dolu türküler dökülürken ne zaman yol verecek bu dağlar, dediğinizi de öyle...
İçinizde yetiştirdiğiniz umut filizlerini bazen ayrık otlarının kapladığını hissettiniz de umutsuzluğa bile dönüştü belki bekleyişleriniz.
Bazen de rahmeti iliklerinize kadar hissederek hasretinize şahit olmuş gönül hanenizin duvarlarına bir gün mutlaka diye yazdınız. Bir gün mutlaka geleceğim diyerek süzüldünüz gözkapaklarınızdan karanlık gecelerin bağrına.
Bazen gafletin açtığı yaralarla taşlaşsa da, yüreğinizden çağlayan nehirlerin sesini duydunuz. Bazen de sarp kayalara çarpa çarpa dağlardan yuvarlandığını hissettiniz.
Dostum! Sen ben biz, hepimiz insanız. İnsan olduğumuz kadar da rahmete muhtacız. İşte bu yüzdendir bu sancılarımız...
MEKKE...
Rüya gibi bir sabaha uyandık. Burası MEKKE...
Ben şimdi peygamber ve can dostlarının da üzerinde durmuş olan gökyüzünün mü altındayım? İnanılır gibi değil. Belki size saçma gelecek, çocukça bulacaksınız ama ben ve yüreğim böyleyiz işte. Üzerinde bulunduğum coğrafyanın tüm unsurlarını teker teker böyle düşünmekten kendimi alamadığımı sizlerle paylaşırsam çok mu yadırgarsınız?
Dahası coğrafyaların da bir hafızası olduğuna inanıyor ve bu hafızaya adımın düşmesinden çocukça bir mutluluk duyuyorum.
Delilik mi dersiniz ne dersiniz adını ne koyarsınız bilmiyorum ama böyle :)
*****
Cidde Havalimanına indiğimizde başımı Mekke tarafına çevirdiğimde kapkaranlık gökyüzünü aydınlatan şimşekleri görünce karanlığın ortasında beni bekleyen güneşin sıcaklığını daha bir hissetmiştim.
Yağmurlarla girdik Mekke'ye. Kaldığımız otelin penceresinden yağan yağmuru yorgun gözlerle izleyerek bekledim sabahı. İnanması güç ama Mekke sokaklarından minik dereler akıyordu.
O gece not defterime o ânın bir gün belki de hayal meyal hatırlayabildiğim bir anıya dönüşeceğini ama o akşam esen rüzgarı ömrüm boyunca yüzümde hissetmek istediğimi yazmışım.
*****
KÂBE...
Daha kavuşmadan ayrılığının acısını yaşadığım...
Seher vakti de sabah ezanı da Kâbe de çok güzel. Anlatılmaz yaşanır derler ya, ben anlatılabileceğini düşünüyorum. Öyle olmasaydı Hz İbrahim'e Haccı duyur emrini verir miydi rabbimiz? Yaşadıklarımızı dilimizin döndüğünce anlatmazsak yaşamanın ne kıymeti kalır ki? Herkes dilinin döndüğü yüreğinin elverdiği kadar anlatmalı. Anlatmalı ki Allah'ın ''sembollerim'' dediği şeyler anlam kazansın.
Hani evladınızdan ya da sevdiğiniz birinden ayrılırsınız da yıllar sonra kavuşursunuz ya. Kabeyle ilk karşılaştığınız an hissettikleriniz öyle bir duyguya benziyor. Kaybettiğiniz bir parçanız için yılarca çektiğiniz hasretten sonra ona kavuşmuş gibi oluyorsunuz.
Dahası kâbe canlı bir şey gibi. Karşınızda duran sadece bir dört duvar değil. Tüm haşmetiyle rabbin tecelli ettiği ''şiarım'' dediği, karşısında küçüldükçe küçüldüğünüzü hissettiğiniz muhteşem bir azamet.
Kabe karşınızdayken rabbinizin size baktığını daha bir canlı hissediyorsunuz. Secdelerde deprenişlerinizi bile bildiğini söyleyen rabbiniz... Evet şu an o sizi her zerrenizle görüyor. Tüm zerrelerinizde hissediyorsunuz bunu.
Ânınızı ve geçmişinizi bilen... Kaçak köleler gibi firakta geçen ömrünüze şahit olmuş, dahası sizi bekleyen... (Raqıb)
İşte şimdi tam karşınızda... Nerde kaldın seni ne çok bekledim, diyor sanki.Gelişinizle rahmetini size sunmak isteyen ve çok merhametli...
*****
Göklerinden mana mana vahyin yağdığı Mekkedesiniz. Kâbe'ye baktığınızda gözleriniz ilk olarak Bilal'in üzerinde ezan okuduğu yere takılıyor ve orda öylece kalakalıyorsunuz.
Avlusunda dolaşırken asırlar önce alemlere rahmet olanın üzerine atılan pisliği hatırlıyor ve öfkeyle doluyorsunuz. Gözyaşlarını yüreğinizle silmek istiyorsunuz nebinin.
Ebu Zer'in kanlarla kırmızıya boyanmış bir heykeldim, dediği gün dökülen kanını yerlerde hissediyor üzerinde yürümekten ar ediyorsunuz.
İbrahim'in Halil oluşuna tanık olmuş toprakların üzerindesiniz. Hacer'in dirilişini görmüş İsmail'in ise ayak izlerini taşıyan yerlerdesiniz.
Dahası İbrahimi bir mücadelenin Muhammedi hitamına şahitlik etmiş topraklar...
Putların bir bir yere yıkılışını görür gibi oluyorsunuz kapısına baktığınızda.Hicrette firakın acısını, fetihle vuslatın gözyaşlarını yaşamış zorla çıkarılmasa asla çıkmayacak olduğunu söyleyen nebinin gözlerini diktiği tepelerin arasındasınız...
Ya Allah deyip, divaneler gibi dönen insanların arasına katıldığınızda daha bir anlıyorsunuz ''Mü'minin kalbinin nasıl Beytullah olabileceğini...
Başınız yerde yüreğiniz ise göklerde, her zerrenizi duyup görenin önünde merhamet duasıyla ürkek adımlarla yürüyorsunuz. Ondan uzak geçen yılların utancıyla gözlerinizi kaçırıyorsunuz adeta...
Emanet edilen tüm duaları unutup bir tek duaya amin derken buluyorsunuz kendinizi. Dile getirmeye utandığınız her şeyi ''Rabbim!'' derken söylüyorsunuz aslında.
Adımlarınız atarken sadece Rabbim diyebiliyorsunuz...
Sizi gerçekten anlayabilecek tek varlığın sadece o olduğunun idrakiyle...
Ben İşte! Ben geldim... Utanarak sıkılarak... Azametin karşısında tir tir titreyerek... Huzurundayım. Kovma ne olur...
Korkuyor, titriyorum... Gazabınla bakmamayı lutfeder misin?
Dünyada sensiz bırakma. Mahşerde de sensiz kalmanın ateşine yakma n'olur.
İsyanlarla gücünü tükettiğim yüreğime seninle karşılaşacak güç ver.
Daha ilk tavafta Kabenin yanına kadar yaklaşıp yüzümü kapadığımda yağmurun da etkisiyle mis gibi kokan örtüsünün elime sinen kokusunu hiç unutmadım. Aynı kokuyu bir de babamın cansız eline sarıldığımda duymuştum...
Oraya gidip de burdan ne istersin, diye soranlara Kabe kokusu getirin, dedirten de o günün özleminden başka bir şey değildi.
İşte geldim Rabbim
Lebbeyk!
Bundan sonra kovsan da Lebbeyk!
La Şerike lek bundan sonra.
Aciz kulun kapında...
Ama söz...
Bundan sonra Lebbeyk!...
(Devam edecek)