Önemli bir toplantıya yetişme mücadelesi içindeydim. İstanbul’u bilenler bilir, araçla bir yerden bir yere gitmek eziyettir. Trafiğin nerde ne zaman başlayacağını asla kestiremezsiniz. Bu nedenle mümkün olduğunca yer altı veya yer üstü toplu taşıma araçlarını kullanırım. Fakat, o gün mecburen arabayla gitmek zorunda kalmıştım, kalmıştım ki kendimi bir an da trafiğin ortasında buluverdim. İlerlemek ne mümkün, bir ara sanırım 100 metrelik mesafeyi yarım saatte almıştık. Gel de sıkıntıya girme, gel de öfkelenme, gel de stress kelimesini diline dolama bakalım. Neyse ki artık doğal bir kabullenmişlik olduğu için eskisi gibi tepki vermiyorum. Bildiğiniz rahatlık hali var üzerimde. Hatta kuruyemişler, kuru meyvelerle trafiği eğlenceli bir hale de getirmeye alıştım. Arabam cephanelik gibi desem yeridir.
Neyse savaşta galip gelen heybetli bir komutan edasıyla trafikten çıktım. Çıktım ama başka bir savaşın içinde buldum kendimi bu sefer, adı: “otopark savaşları” …
Kornalar, bağırıp çağırmalar, küfürler havada uçuşuyor. Durum vahim mi vahim hakikaten. Ama beklemekten başka yapacak bir şey yok dedim kendi kendime, çünkü arabayı park edebileceğim başka bir yer de yok dışarda.
Sıraya girdim bekliyorum, bir taraftan otoparktan çıkanları kesiyorum bir taraftan önümdeki sıradan otoparka girenleri takip ediyorum.
Havanın açık ve güneşli olması açıkçası biraz da rahatlattı beni, beklememi kolaylaştırdı. Camı da açtım bir taraftan tertemiz havayı içime çekiyorum. Hafiften sesini açtığım radyomda sanat güneşimiz Zeki Müren’i dinliyorum. Keyfim yerinde anlayacağınız…
Kendimi kaptırmışken on yaşlarında bir kız çocuğu yaklaştı cama. “Abi paran var mı? Ne olur Abi? Allah rızası için abi” gibi cümlelerle para istemeye başladı. Arabanın sağında solunda dolaşıyor. Bana yardımcı olmaya çalışıyor. Etraftaki araçlara bakıyor, otoparkın içinde yer yok abi hala diye sesleniyor. Anlayacağınız benimle O da aynı duyguyu yaşıyor. Sanki aynı arabada yolculuk yapan biri gibi takılıyor. Bu arada para istemeyi tekrar tekrar ihmal etmiyor. Ben ise Onu duymazdan gelmeye devam ediyorum.
Bir müddet sonra sohbet etmeye başladık. Adın ne, yaşın kaç, okula gidiyor musun gibi klasik konuşmalardan çıkarak abi kardeşlerim var, onlara yemek götürmem gerekiyor, dedi. Gerçekten doğru mu söylüyorsun kardeşim, diye ısrarla sordum. Oldum olası inanmam bu gibi insanlara, çünkü hep ordalar. Bugüne kadar ekmek parasını karşılayıp da eve dönenini görmedim. Siz gördüyseniz beni aydınlatın. O ekmek parası hiç toplanmaz. 10 yıldır aynı yerde dileneni biliyorum, diyebilirim.
Sonra abi istersen para verme ama peynir al bana marketten dedi. Duygularımızdan faydalanmayı çok iyi biliyorlar bu işi yapanlar küçüğü büyüğü fark etmiyor, ne yalan söyleyeyim. Güzelce kandırıyorlar. Bunu duyduktan sonra biraz daha duygularımı yumuşatmıştı. Beni de yakaladı yani.
Ama asıl bombayı şu sözleriyle patlattı: “Abi ya Sen Hiç Aç Kaldın mı?” O cümleyi duyar duymaz ben de şok etkisi yarattı adeta. Zihnim tüm geçmişimi taramaya başladı hemen. Zihnim taradı taradı ama aç kaldığımı bir türlü hatırlayamadım. Çok düşündü, aklım gitti geldi, geldi gitti bulamadı bir şey. Oruç tutarken, bazen gün içinde işlerin yer değiştirmesi yüzünden aç kalmış olsam da bu bir aç kalma değildi ki geçici bir durumdu. Sonunda yemekle buluşuyordum. Öyle günlerce aç susuz kalmamıştım ki. İşin aslı ben ömrüm boyunca hiç aç kalmamışım ki. Bir anda bu gerçekle yüzleştim. Oğlum dedim kendi kendime, bu halinle sen nerden bir açın halini anlayabilirsin ki en derin şekliyle. Nasıl onun derdiyle dertlenebilirsin ki. Demek ki yıllardan beri kendini kandırmışsın. Seninkisi sadece laf söylemekmiş. Aç insanlara yardım edelim sözleriyle egonu tatmin etmişsin, yardım da etsen içinde hissetmemişsin ki. Bu alacağın ilk ders.
Ve aynı zamanda o kız çocuğu bana aslında ne kadar az şükrettiğimi hatırlattı bir kez daha. Bugüne kadar hiç bu tarafından bakmamıştım duruma. Hayatın akışı içinde normal bir durum gibi yaşamıştım. Ya aç kalanlardan biri de ben olsaydım gerçekten. Ama değildim, bunun da farkında değildim. Sanki bir şok etkisi yaratmıştı hem zihnim hem de yüreğimde küçük kızın o çarpıcı cümlesi. Ellerimi açıp şükrettim Rabbime defalarca, beni zor durumda bırakmadığı için bugüne kadar. Bu da alacağım ikinci ders.
Hep şuna inanırım. Söyleyene değil söyletene bak. O küçük kız vesile idi. Muhakkak ki Rabbim ’den bir mesaj gelmişti. Ben üzerime düşeni aldım, yüreğime bastım, başımın üstüne koydum.
O küçük kıza da çıkarıp cebimden içimden geçen paranın daha da fazlasını verdim. Bu dilenmesine karşılık değildi asla bana vermiş olduğu dersin ücretiydi. O bilmese de…
Sevgilerimle;