Bundan yalnızca birkaç gün önce ABD Başkanı Donald TRUMP “Suriye'nin İdlib kentinde bir katliam olasılığına karşı uyarıda bulunarak, "Eğer bir katliam olursa dünya buna çok öfkeli olacaktır, ABD de çok öfkelenecektir" sözüyle bütün dünyaya yapacağı yeni vahşetin sinyallerini vermişti.
Aynı zamanlama ile ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Nikki Haley de; “İdlib'de olası bir kimyasal saldırı ihtimaline ilişkin, "Kimyasal silah kullanılana kadar kenarda durup beklemeyeceğiz. Bu konuda Başkan da kamuoyu önünde açıkça konuşarak eğer kimyasal silah kullanılırsa ABD karşılık verecek demek istedi" diyerek ABD’nin İdlib’de dökeceği kanı dünya kamuoyuna meşru göstermek çabasındaydı.
Diğer taraftan Rusya, ABD’nin bu hamlesine karşısında boş durmuyor, Akdeniz’e Kalibr Cruise füzeleri taşıyan 10 gemi ve 2 denizaltısını göndererek Rus Donanmasını Suriye sınırına konuşlandırıyordu.
Öte yandan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif puslu havanın cesaretiyle açıklama yaparak; “halka en az zararı vererek! teröristleri İdlib’den çıkartamaya çalıştıklarına” ilişkin beyanatta bulunuyordu.
Arka arkaya gelen bu açıklamalara rağmen, bütün dünya ülkeleri izleyici koltuğunda olup bitenleri izliyor, Türkiye dışında bir tanesi de “sana ne kardeşim İdlib’den, binlerce kilometre mesafeden ne diye müdahil oluyorsun, ne işin var bu topraklara” demiyordu her ne hikmetse.
Türkiye ise bölgede ateşkes ilan edilmesi teklifinde bulunuyor, sorunun Birleşmiş Milletlerde çözülmesi gerektiğini her platformda savunuyordu. Kapasitesinin çok üstünde Suriyeli göçmen barındıran Türkiye, İdlib’de meydana gelecek büyük bir kaos karşısında büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalacağını öngörüyor, bu defa sınır kapılarını açmasının mümkün olmayacağını, Suriye sınırları içerisinde oluşturulacak kamplarda bu insanların barındırılacağını ifade ediyordu.
Suriyeli muhaliflerin kontrolü altında olan ve yaklaşık 1,3 milyonluk göçle 3,7 milyonluk nüfusa ulaşan İdlib neden bu kadar önemliydi? Neden bütün çakallar binlerce kilometre uzaktan gelerek başında toplanmıştı? Ne istiyorlardı burada yaşayan insanlardan?
Hatırlarsanız ABD’nin bütün karşı çıkmalarına rağmen Türkiye tarafından başlatılan Zeytin Dalı Harekâtında, Azez ve İdlip YPG’li teröristlerden temizlenmiş, ülkemiz tarafından askeri birliklerin yerleştirilmesiyle güvenli bir tampon bölge haline getirilmişti. ABD, Türkiye’nin buradaki varlığından ciddi derecede rahatsız olsa da bir türlü sözünü geçirmekte başarılı olamadı. Kurmuş olduğu kukla terör örgütleriyle zengin petrol yataklarının yer aldığı bölgeleri himayesi altına geçiren ABD, bu terör örgütleriyle Akdeniz’e kadar uzanan bir koridor oluşturma çalışmalarına başlamıştır. Gasp ettiği petrol ürünlerini kurmak istediği bu koridordan sevkiyatını yapmalı, haliyle bölgenin de hâkimiyeti tamamen kendisinde olmalıydı. Ancak Türkiye’nin Zeytin Dalı Harekâtı sonrasında İdlib’i ÖSO güçlerine teslim etmesi ve teröristlerin buradan temizlenmesiyle bütün planlar alt üst olmuş, Akdeniz’e açılan büyük bir kapı niteliğinde olan İdlip üzerinden sevkiyat yapması da olanaksız hale gelmişti. İdlib, hem siyasi hem de askeri yönüyle bölgedeki birçok aktör için stratejik öneme sahiptir. Suriye’de başlayan iç savaşta en büyük şiddet dalgası da bu bölgede meydana gelmiştir. Yani kısacası “Suriye’nin kontrolü buradan sağlanıyor” da diyebiliriz.
ABD, bölgede Türkiye lehine gelişen ilerlemeden büyük rahatsızlık duyuyor, bölgenin kontrolünü Türkiye, Rusya, İran ve Esad’a da bırakmak istemiyordu. Tabi ki, Rusya ve İran da, stratejik öneme sahip bu bölgenin ABD’nin kontrolüne girmesine razı olmuyorlardı. Yani mesele her zaman olduğu gibi tamamen paraydı ve eperyalist güçleri doyurmak imkânsıza yakın bir düşünceydi. Batan ekonomilerini kurtarmak adına tereddüt etmeksizin binlerce insanın canına kıymak, sivil insanların, çocukların, bebeklerin kanını dökmek onların umurunda bile değil. Burada meydana gelecek “Hegemonya Savaşı”nın tek kaybedeni Suriye halkı olacak burası kesin. Yüzyılın en fazla can kaybı burada yaşanacak, ancak savaşa neden olanlar bir damla bile gözyaşı dökmeyecek, deli saçması gerekçelerle bölge cehenneme çevrilecek, bütün dünya ülkeleri de sadece izleyecekti. İdlib yanacaktı, İdlib kan ağlayacaktı. Binlerce çoluk çocuk masum halk o bombaların altında savunmasızca can verecek, Türkiye dışında olup bitenlere karşı sükûtunu bozmayanlar, sıra kendilerine geldiğinde ölümün soluğunu enselerinde hissettikleri anda her şey için çok geç olacaktı.
Evet, İdlib Akdeniz’e açılan büyük bir kapıydı ve anahtarı da bizdeydi. Amerika ise bu anahtarı istiyordu!
Selam ve saygıyla…
Aynı zamanlama ile ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Nikki Haley de; “İdlib'de olası bir kimyasal saldırı ihtimaline ilişkin, "Kimyasal silah kullanılana kadar kenarda durup beklemeyeceğiz. Bu konuda Başkan da kamuoyu önünde açıkça konuşarak eğer kimyasal silah kullanılırsa ABD karşılık verecek demek istedi" diyerek ABD’nin İdlib’de dökeceği kanı dünya kamuoyuna meşru göstermek çabasındaydı.
Diğer taraftan Rusya, ABD’nin bu hamlesine karşısında boş durmuyor, Akdeniz’e Kalibr Cruise füzeleri taşıyan 10 gemi ve 2 denizaltısını göndererek Rus Donanmasını Suriye sınırına konuşlandırıyordu.
Öte yandan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif puslu havanın cesaretiyle açıklama yaparak; “halka en az zararı vererek! teröristleri İdlib’den çıkartamaya çalıştıklarına” ilişkin beyanatta bulunuyordu.
Arka arkaya gelen bu açıklamalara rağmen, bütün dünya ülkeleri izleyici koltuğunda olup bitenleri izliyor, Türkiye dışında bir tanesi de “sana ne kardeşim İdlib’den, binlerce kilometre mesafeden ne diye müdahil oluyorsun, ne işin var bu topraklara” demiyordu her ne hikmetse.
Türkiye ise bölgede ateşkes ilan edilmesi teklifinde bulunuyor, sorunun Birleşmiş Milletlerde çözülmesi gerektiğini her platformda savunuyordu. Kapasitesinin çok üstünde Suriyeli göçmen barındıran Türkiye, İdlib’de meydana gelecek büyük bir kaos karşısında büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalacağını öngörüyor, bu defa sınır kapılarını açmasının mümkün olmayacağını, Suriye sınırları içerisinde oluşturulacak kamplarda bu insanların barındırılacağını ifade ediyordu.
Suriyeli muhaliflerin kontrolü altında olan ve yaklaşık 1,3 milyonluk göçle 3,7 milyonluk nüfusa ulaşan İdlib neden bu kadar önemliydi? Neden bütün çakallar binlerce kilometre uzaktan gelerek başında toplanmıştı? Ne istiyorlardı burada yaşayan insanlardan?
Hatırlarsanız ABD’nin bütün karşı çıkmalarına rağmen Türkiye tarafından başlatılan Zeytin Dalı Harekâtında, Azez ve İdlip YPG’li teröristlerden temizlenmiş, ülkemiz tarafından askeri birliklerin yerleştirilmesiyle güvenli bir tampon bölge haline getirilmişti. ABD, Türkiye’nin buradaki varlığından ciddi derecede rahatsız olsa da bir türlü sözünü geçirmekte başarılı olamadı. Kurmuş olduğu kukla terör örgütleriyle zengin petrol yataklarının yer aldığı bölgeleri himayesi altına geçiren ABD, bu terör örgütleriyle Akdeniz’e kadar uzanan bir koridor oluşturma çalışmalarına başlamıştır. Gasp ettiği petrol ürünlerini kurmak istediği bu koridordan sevkiyatını yapmalı, haliyle bölgenin de hâkimiyeti tamamen kendisinde olmalıydı. Ancak Türkiye’nin Zeytin Dalı Harekâtı sonrasında İdlib’i ÖSO güçlerine teslim etmesi ve teröristlerin buradan temizlenmesiyle bütün planlar alt üst olmuş, Akdeniz’e açılan büyük bir kapı niteliğinde olan İdlip üzerinden sevkiyat yapması da olanaksız hale gelmişti. İdlib, hem siyasi hem de askeri yönüyle bölgedeki birçok aktör için stratejik öneme sahiptir. Suriye’de başlayan iç savaşta en büyük şiddet dalgası da bu bölgede meydana gelmiştir. Yani kısacası “Suriye’nin kontrolü buradan sağlanıyor” da diyebiliriz.
ABD, bölgede Türkiye lehine gelişen ilerlemeden büyük rahatsızlık duyuyor, bölgenin kontrolünü Türkiye, Rusya, İran ve Esad’a da bırakmak istemiyordu. Tabi ki, Rusya ve İran da, stratejik öneme sahip bu bölgenin ABD’nin kontrolüne girmesine razı olmuyorlardı. Yani mesele her zaman olduğu gibi tamamen paraydı ve eperyalist güçleri doyurmak imkânsıza yakın bir düşünceydi. Batan ekonomilerini kurtarmak adına tereddüt etmeksizin binlerce insanın canına kıymak, sivil insanların, çocukların, bebeklerin kanını dökmek onların umurunda bile değil. Burada meydana gelecek “Hegemonya Savaşı”nın tek kaybedeni Suriye halkı olacak burası kesin. Yüzyılın en fazla can kaybı burada yaşanacak, ancak savaşa neden olanlar bir damla bile gözyaşı dökmeyecek, deli saçması gerekçelerle bölge cehenneme çevrilecek, bütün dünya ülkeleri de sadece izleyecekti. İdlib yanacaktı, İdlib kan ağlayacaktı. Binlerce çoluk çocuk masum halk o bombaların altında savunmasızca can verecek, Türkiye dışında olup bitenlere karşı sükûtunu bozmayanlar, sıra kendilerine geldiğinde ölümün soluğunu enselerinde hissettikleri anda her şey için çok geç olacaktı.
Evet, İdlib Akdeniz’e açılan büyük bir kapıydı ve anahtarı da bizdeydi. Amerika ise bu anahtarı istiyordu!
Selam ve saygıyla…