Bizim tarih kitaplarında okuduğumuz şekliyle:
1919 yılında Birinci Dünya Savaşı sonrası, İtilaf Devletleri ile Devlet-i Âliyye-i Osmaniye arasında imzalanan, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak türlü bahanelerle Anadolu'yu işgal hareketi başladı.
Tabi ki bu Sevr’in ayak sesleriydi...
Oysa ki Sevr’i kabul etmeyecek olan Türk Milleti 96 yıl önce bugün, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğimde, dünya tarihinin gördüğü en büyük kahramanlık destanlarından birini yazdı.
Büyük Taarruz hareketi başladı.
İtilaf donanması İstanbul'a, Fransızlar Adana'ya, İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon'a, İtalyanlar, Antalya ve Anadolu'nun güneybatısına yerleşti. 15 Mayıs 1919'da İtilaf Devletleri'nin izniyle neydi-ü belirsiz yunan ordusuda İzmir'e çıkarma yaptı.
Bu durum karşısında Türk milleti, tarih boyunca gösterdiği ''millet olma bilinci'' içerisinde işgallere karşı Kuvâ-yi milliye hareketini başlattı.
1920'de TBMM'nin açılması üzerine işgal güçleri tüm politikalarını Ankara hükümeti üzerinde yoğunlaştırdı.
1921'de Polatlı'ya kadar gelen Yunan ordusunu püskürtmek, tarihee ''Çanakkale geçilmez'' sözünü altın harflerle yazdıran vatan evlatlarına düştü.
Sakarya'da 22 gün süren kanlı çarpışmaların ardından durdurulan düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra 26 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz'u başlattı.
"Ordular, ilk 9 Akdeniz'dir, ileri!"
27 Ağustos'ta Afyonkarahisar, 30 Ağustos'ta Kütahya'nın kurtuluşunu 1 Eylül'de Gediz, 3 Eylül'de Emet ve Tavşanlı'nın kurtuluşları izledi, 9 Eylül'de İzmir'de Yunan Ordusunu denize döken Türk ordusu, Mustafa Kemal Paşa'nın emrini büyük bir başarıyla yerine getirdi...
Evet 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!
Fakat Türk milletinin bu eşsiz zaferinin taçlandırıldığı devamında pek söylenemez.
Çünkü, Türk Ordusu’nun İzmir’e girmesinden sonra Fahrettin Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusu İtilaf Devletleri kontrolündeki tarafsız bölgeye doğru ilerlemeye başladı.
Bunun üzerine Müttefik kuvvetlerde bulunan Fransız ve İtalyan birlikleri derhal geri çekildi. Türk birlikleri, İngiliz direnişi ile karşılaşmadan tarafsız bölgeye girerek Çanakkale Boğazı’na doğru ilerlemeye başladı.
Türklerle savaşılmasını istemeyen Winston Churchill’in başını çektiği bir grup bakan istifa etti.
Büyük taaruzdan sonra telaşa düşen İngilizlerin isteği üzerine Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı (11 Ekim 1922).
İşte tam da burada “Biz savaşta kazanır, masada kaybederiz." Söyleminin bariz bir örneğiyle karşılaştık.
Mudanya Ateşkesi ile Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası sona ermiş, politik safhası başlamıştır. Sözde, Doğu Trakya ve İstanbul savaş yapılmadan kurtarılmıştır. Ve oyun bu ya! İstanbul’un TBMM’ye devredilmesiyle Osmanlı Devleti hukuken sona ermiştir.
Mudanya Mütarekesi gereği Trakya topraklarının teslimi alınması sırasında, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile Refet Paşa ve İstanbul komutanı olarak da Millî Müdafaa Umumi Katibi Selahattin Adil Paşa görevlendirildi.
Refet Paşa, 19 Ekim tarihinde TBMM Muhafız Grubu’ndan 100 kişilik bir kuvvetle Gülnihal vapuru ile Mudanya’dan ayrılıp İstanbul’a geldi.
Refet Paşa ve Selahattin Adil Paşa’nın (İstanbul Başkomutanı) İstanbul’a gelmesine rağmen işgal sonlanmadı.
Çünkü mütarekeye göre işgal kuvvetleri barış antlaşması (Lozan) imzalanmasından hemen sonra İstanbul’u boşaltacaktı.
24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, 23 Ağustos 1923’ten itibaren İtilaf kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladı.
Son İtilaf birliği ise 4 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamlayarak şehri terk etti.
Peki büyük bir zafer kazanmamıza rağmen ve hatta verdiğimiz korkuyla İngiltere kabinesini istifa ettirmişken, ne oldu da masada İngiliz oyununa geldik.
Bir bakıma o günün şartlarında yapabileceğimizin en iyisini yapmış olabiliriz. Ordumuz yunan piyonuyla yorgun düşürülmüş ve halkımız bitkindi. Ama bu Mudanya Mütarekesi’nin uygulanma şartının Lozan’ın imzalanması sonrasına bırakılmasını meşru kılmaz.
Biz 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlarken, 29 Ekim 1923’e nasıl gelindiğini, nasıl bir yenilgiye uğradığımızı hiç düşünmedik. Belki de düşünülmesi istenilmedi.
Bugün de Fırat-kalkan ve Zeytin Dalı’nda kazandıklarımızı masada kaybetmemek umuduyla...
Günümüz şartlarının en iyisini aldık, verdik deme gibi bir lüksümüz yok!
Vatanımız için canını feda etmiş şehitlerimize ve onurlu gazilerimize saygılarımla.
Yusuf TONAY