Bütün insanlığın iyiliği düşünülerek üretilen ortak değerlerde zamanının öncüsü olan Osmanlı; insanı sevgi ve saygı odağı haline getirmiş, bunun olumlu yansımaları olarak da, kültür, tefekkür ve medeniyet tarihine yeni usul, vasıta, kurum ve kuruluşlar armağan etmiştir. Dedelerimiz, asırlar boyunca Balkanlar’dan Anadolu’ya, İstanbul’dan Kudüs’e, Kuzey Afrika’dan Kafkaslara kadar hâkim oldukları coğrafyalarda hangi dil, din, ırk ve meşrepten olursa olsun yönetimi altındaki insanlara bir arada, barış içinde, mutlu ve mes’ud günler yaşatmıştır.
Evet, onlar ayırt etmeksizin bütün insanlığa sunduğu bu hizmetlerin büyük bir bölümünü vakıflar aracılığıyla yapmıştır. İslam’ın yardımlaşma ile ilgili emir ve prensiplerinden doğan vakıf sistemi, elbette ki Kur’an-ı Hâkim ve Sünnet-i Seniyye’ye dayanmaktadır. Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber Efendimiz “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-ı cariye, istifade edilen ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat” (Müslim) buyurmuştur. Hadis âlimleri “sadaka-i cariye”yi “vakıf” ile tefsir etmiş ve sadaka devam ettiği müddetçe sevabının da devam edeceği kararına varmışlardır. Bu ve benzer hadis-i şerifler vesilesiyle Osmanlı döneminde insanlar vakıf kurma hususunda adeta birbirleri ile yarışmışlardır. Yine bu anlayışın bir yansımasıdır ki insanların yanısıra çevre ve hayvanlar için de birbirinden incelikli vâkıfların kurulduğuna şahit oluyoruz. İşte bu derinlikli ve zarif anlayışın, canlı-cansız bütün yaratılmışların faydası için ortaya koyduğu eserlerin tamamına vakıf medeniyeti diyoruz.
Vakıfların hizmet çeşitliliği güdükleşti
Tarihin seyri içinde vakıflar, gıda, eğitim, sağlık, sanat, mimari, ulaşım, bayındırlık ve savunma alanlarında önemli roller oynamıştır. Devletin herhangi bir harcama yapmasına gerek kalmadan vakıf sistemi sayesinde insanların dini, sosyal, ekonomik ve kültürel, beşikten mezara kadar pek çok ihtiyaçları hep bu vakıflarca karşılanmıştır. “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan, vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır.” düsturu ile Müslümanlar arasında vakıf eser bırakmak adeta dini bir rekabet alanı olmuştur. Osmanlı’da hayır işleme ve vakıf kurma hususunda çok geniş bir sahaya el atılmasının arkasında işte bu inanç, anlayış ve kavrayış yatmaktadır. Günümüzün bazı vakıfları ve aynı amaç doğrultusunda hizmet üreten dernekleri, geçmişte olduğu gibi yaygın olmasa da benzer konularda hizmet verme gayreti içerisindedir. Ancak hizmet çeşitliliği, nitelik ve derinlik açısından henüz dedelerimizin çıtasını yükselttiğimiz söylenemez.
2012 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları arasında Tarihte İlginç Vakıflar isimli, vakıf medeniyetimizi anlatan bir kitap yayımlanmış. Eser, çocuklarımızın da anlayacağı bir dilde hazırlanmış. Kitapta, hikâyeleriyle birlikte 108 vakfa yer verilmiş. Bunların ekseriyeti sosyal yardımlaşma ve dayanışma ekseninde faaliyet gösteren vakıflardır. (42) Bu sınıfa yakın faaliyette bulunan vakıflar ve dernekler günümüzde de var.
Bunların yanında eğitim (6), sağlık (12), çevre (17), ulaşım (6), ekonomi (5), tarım (4), tarih- kültür-sanat (12), afet- güvenlik- sivil savunma (4) alanlarında da vakıflar bulunuyor. Bu vakıfların hepsine burada yer vermeyeceğiz. Ancak bazı vakıfları zikretmekte fayda var. Şayet bunları bilirsek ilham ile ufkumuzun açılacağı kanaatindeyim. Hakikaten ilginç ve bir o kadar da düşündürücü bulduğumuz bu vakıflardan bazıları şunlardır: Duvar yazılarını silen vakıf, İpekböcekçiliğini geliştiren vakıf, Hayvan ve tohum ıslah eden vakıf, Şehir estetiğini koruyan vakıf, Fabrika kuran vakıf, Doktorların güzel huylu olmasını isteyen vakıf, Âmâlara hizmet veren vakıf, İlkokul hocalarına tütünü yasaklayan vakıf, köleleri evlendiren vakıf, Orduya lojistik destek vakfı, Hıristiyan esirleri kurtarma vakfı, Güvercinhane yaptıran vakıf, Kitapları tamir eden vakıf, Leylekleri koruyan vakıf, Boğazda temiz hava aldıran vakıf, İflas eden tüccarlara yardım eden vakıf, Müslime ve gayrimüslime mezar yaptıran vakıf…
İncelik medeniyeti
Osmanlı döneminde bunların dışında da pek çok vakfın kurulduğunu biliyoruz ve zaman zaman yazılarımızda ifade ediyoruz. Tekrarlamakta fayda var. Mesela yoksul kızlara çeyiz almak, yerdeki tükürüklerin üzerini kül ve benzer şeylerle örtmek, sütannesi bulmak, yolları mum veya benzeri şeylerle aydınlatmak, çeşme yaptırmak, binek taşları, mola taşları ve sadaka taşları temin etmek için vakıflar kurulmuş o zamanlar.
Vakıflardan bir vakıf var ki hakikaten calibi dikkattir. Bezm-i Âlem Valide Sultan’ın Şam’da kurduğu bu vakıf hizmetkârların yanlışlıkla kırdıkları veya zarar verdikleri eşyaları, onların haysiyetleri rencide edilmesin diye tazmin ediyordu. Bunlar gönle dokunan, hayatı anlamlı kılan güzelliklerdendir. Ecdadımızda içinde yaşadıkları toplumu düşünme olgunluk ve hassasiyeti öyle yüksek bir nezaket, zarafet ve incelik meydana getirmişti ki, bir evde hasta bulunduğu takdirde o evin penceresine “sarıçiçek” konur, satıcılar ve hatta mahallenin çocukları bile oradan sükûnetle geçmek gerektiğini böylece anlar ve hastayı rahatsız edecek davranışlardan kaçınırdı.
Halkın kurduğu vakıflar
Yukarıda zikrettiğimiz rakamlar elbette ki Osmanlı dönemi vakıflarının tamamını karşılamaz. Belki bu sayı kurulan vakıfların binde biri bile değildir. Zira bir zamanlar Osmanlı coğrafyasında 26.000 küsur vakfın kurulmuş olduğu kimi kaynaklarda zikredilir. Bilindiği üzere Osmanlı'da vakıflar bugün devletin üstlendiği pek çok hizmeti üstlenmişti. Devletten bir talebi de yoktu. Tamamen sivil toplum dayanışması ekseninde yapılıyordu bu hizmetler.
Paşaların, hanım sultanların, kısaca devletin ileri gelen kişilerinin kurduğu ve cami, çeşme, han, hamam, şifahane, darülaceze, imarethane gibi mücessem eserler inşa ettiren vakıflar da vardır. Bu vakıflar ayrıca incelenebilir. Zira devlet ileri gelenlerinin, varlıklı kişilerin vakıf oluşturması, eserlerin varlıklarını sürdürmeleri için kaynak sağlaması isteğe bağlı değil, bir zorunluluktu. Bizim burada kastettiğimiz, sivil dayanışma örneği sergileyen, halkın kurduğu, yaşattığı ve hizmet verdiği incelikli vakıflardır.
Devlet yardımı-desteği de bir yere kadar…
Evet, o zamanki vakıflar hizmet yaparken devletten hiç bir beklenti içerisinde olmazdı. Tam tersine devletin ulaşamadığı alanlara nüfuz ederek yükünü hafifletirdi. Böyle olması da gerekmez mi? Mesela bir yere su veya yol götürülecekse devlet temel yapı malzemelerini, alet ve edevatı temin eder, halk da elbirliğiyle, imece usulü ile bedenen işe koyulur, harika eserler ortaya çıkarılırdı. Bu sistemi rahmetli Recep Yazıcıoğlu, valilik yaptığı illerde başarıyla uygulamıştı. Gününüzde işler tersine döndü. Sivil toplum kuruluşları devletten medet bekler duruma geldi. Bir kısır döngünün içerisine girdik. Kendisine faydası olmayan bir kurum millete nasıl hizmet götürecek? Bugün devlet imkânlarıyla hizmet vermeye çalışan kurumlar yarın şartlar değiştiğinde ayakta kalabilmekte dahi güçlük çekebilir. Bu sebeple vakıf ve dernekler çeşitli teşvik olanaklarından, vergi istisnalarından ve yer tahsisi gibi desteğin dışında devletten maddi bir beklenti içerisinde olmamalı. En azından bunu adet haline getirmemeli. Sivil toplum kuruluşları ne yapıp edip kendi kaynaklarını oluşturmanın yollarını bulmalı ve ayakları üzerinde durmayı becerebilmelidir. Hakikaten milletin yararına olacağına inanılan büyük projeler düşünülüyorsa bunun için de devletin değil özel sektörün kapısı zorlanmalıdır.
Kültür, sanat ve edebiyat camiamızda da durum pek farklı değil. Çoğu sanatkârlarımız eser vermekten daha ziyade resmi kurum ve kuruluşlara proje yazmakla meşgul. Bu düşünce ile hayata geçirilen renksiz, ruhsuz projeler de tabii olarak insanlara bir şey veremez. Vermiyor da!
Aynı alanda hizmet vermeye çalışan onlarca vakıf kurulacağına…
Osmanlı vakıflarının çeşitliliğine ve niteliğine baktığımızda günümüz sivil toplum kuruluşlarından çok daha ileri bir safhada olduklarını müşahede ediyoruz. Diyebiliriz ki bu vakıflar daha o günlerde hayatın bütün alanlarını kuşatmış, devletin ulaşamadığı eksik gedikleri bihakkın doldurmuştur. En azından doldurma gayreti ve düşüncesi içerisinde olmuşlardır. Elimizdeki tablodan bunu görüyor ve anlayabiliyoruz. Asıl olan da bu değil midir? Aynı alanda hizmet vermeye çalışan onlarca vakıf kurulacağına, eksikliği hissedilen alan veya alanlara hizmet götürülerek buralardaki boşlukların doldurulması daha gerekli ve anlamlı değil midir? Tabi bunu yaparken yukarıda da değindiğimiz gibi tüyü bitmemiş yetimin hakkına göz dikmeyeceğiz! Kendi imkânlarımızla, gönüllülük esasıyla, bozulmamış vakıf anlayışıyla ve elbirliğiyle yapacağız bu hizmetleri.
Sınırlı sayıdaki vakfın incelenmesi bile önemli fikirler verebiliyor. Şahsen bu çeşitlilik, zenginlik, derinlik bizi hakikaten etkiledi ve bu yazıyı kaleme almamıza sebep oldu. İnanıyoruz ki daha fazla vakıf üzerinde çalışılarak değerlendirilmeye tâbi tutulduğunda ortaya çok daha ilginç bilgiler ve tablo çıkacaktır. Rabbim ilham alanlardan eylesin…
Nidayi Sevim