19. yüzyılın son çeyreğinde Batı emperyalizminin yeni bir döneme girdiği ve dünyanın paylaşımına hız verildiği bilinmektedir. Batı’nın sömürgeci yayılmacılığına karşı durmak neredeyse imkânsız bir hâle gelmişti. Bu dönem Mısır da fiilen Osmanlı hâkimiyetinden çıkmıştı. İngiliz egemenliğindeki Mısır’da, Yunan ordusunun 1897’de Osmanlı ordusu tarafından mağlup edilmesi bir umut doğurmuştu. Mustafa Kamil Paşa gibi birçok aydın ve ulema Osmanlı’nın zaferinden büyülenmiş, Mısır’ın bağımsızlığı fikri kitleleri etkilemeye başlamıştı. Muhtemelen bu zaferin de etkisiyle Osmanlı’ya umut bağlayanların sayısında ciddî bir artış vardı.
Mustafa Kamil Paşa ile aynı senelerde vefat eden Muhammed Abduh da Osmanlı’ya umut bağlayanlar arasındadır. Mustafa Kamil Paşa’nın, Türkçe’ye çevrilen Şark Meselesi adlı kitabına mütercim tarafından yazılan önsözde belirtildiğine göre Abduh, “Devlet-i Âliye-i Osmaniye’nin muhafazası Allah’a ve Peygamberi’ne imandan sonra üçüncü sırada gelir” şeklinde bir görüşe sahiptir.
Şark Meselesi önemli bir kitap, mutlaka okunmalı fakat bu kitap, Abduh gibi önemli şahısların tartışmalı görüşleriyle gündeme getirildiğini ortaya çıkarması bakımından da ilgi çekicidir. Bilindiği gibi büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Sırat-ı Müstakim dergisinde Abduh’un görüşlerini geniş okuyucu kitlesine tanıtmıştı. Abduh ve Mustafa Kamil Paşa gibi Mısırlı münevverler İngiliz emperyalizmine karşı durmuşlardı. Akif’te de çok güçlü bir vatan sevgisi vardır ve o da İngiliz emperyalizmine karşı durmuştur. Vatan, millet ve din sevgisi Akif gibi münevverleri büyülemiş ve cephelere sevk etmişti. Muhakkak onları etkileyen şahıslarda da benzer duygular vardı. Yüzüncü kuruluş yıldönümünü kutladığımız Azerbaycan’ın ilk cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade, Yeni Kafkasya dergisinde, vefatından yirmi yıl sonra Mustafa Kamil Paşa’dan bahsetme gereğini hissetmişti. Resulzade, Mustafa Kamil Paşa’nın fikirlerinin Kafkasya Türklerinin yüreğinde bağımsızlık meşalesini yakmış olduğundan bahseder.
Çanakkale Şehitleri ve İstiklal Marşı’nı sadece Mehmet Akif’in güçlü hissiyatı ve şairaneliği ile açıklamak doğru değildir. Bu iki şiiri muhakkak Mehmet Akif’in fikrî kaynakları ile açıklamak gerekir. Bu kadar güçlü bir emperyalizm karşıtlığını başka türlü izah edemeyiz. Batı emperyalizmi ile mücadelenin, Mehmet Akif’te neredeyse bir fikr-i sabite dönüştüğünü söyleyebiliriz. Eğer bu inanç Akif’te olmasaydı bu iki şiir yazılamazdı. Nitekim birincisini Kuşçubaşı Eşref Bey ile Arabistan çöllerinde İngiliz emperyalizmine karşı mücadele içerisindeyken yazmıştır. Nazım Hikmet’in “Âkif büyük şair, inanmış adam” mısraı “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraından sonra gelir. Nazım’ın Akif’i tanımlamak için kullandığı “inanmış adam” sözü, millî şairin dindarlığına indirgenemez. Bu mısralarda Akif’in mücadelesine olan inancından bahsedildiği açıktır.
Akif’in çok sevdiği arkadaşlarından biri de Abdürreşit İbrahim’di. Uzun ömrü boyunca emperyalizme karşı mücadele etti ve Türk-İslam dünyasının uyanışı için çalıştı. Hem İbrahim’in hem de Akif’in fikrî kaynaklarında ortaklık söz konusudur. Ne yazık ki bu kaynakların mahiyeti Türkiye’de hakkıyla ele alınmamaktadır. Hatta bu yönde olumsuzlayıcı bir yaklaşımdan bahsetmek hiç de hata olmaz.
Geçen hafta “andımız” tartışıldı. Cumhurbaşkanımız İstiklal Marşı’nın yeterli olduğunu söyleyerek tartışmaya son verdi. İstiklal Marşı’nın öne çıkarılması, çok doğru bir yaklaşımdır. Fakat bu doğru yaklaşıma rağmen Akif’in temsil ettiği fikirleri görünmez kılma alışkanlığı ya da tavrı geniş bir çerçeveden ele alınamıyor. Kanaatimce esas tartışılması gerekli hususlardan biri budur. İstiklal Marşı’nın anlam dünyasına dâhil olabilmek için bu yönde bir çabaya ihtiyaç olduğu açıktır. İstiklal Marşı’nın yeni kuşaklara bir şeyler söyleyebilmesi için Âkif’in fikrî kaynaklarını doğru değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
Dinin çok dar bir açıdan ele alınması, dinî düşüncenin hayattan uzaklaşmasına yol açıyor. Çok dar bir alana hapsedildiği zaman dinin kullanışlı bir araca dönüştürülmesi de kolaylaşıyor. Türkiye’ye karşı en güçlü saldırının din üzerinden yapılmasını izah etmek zorundayız. Batı emperyalizminin Türk ve İslam dünyası üzerindeki istekleri sona ermiş değildir. Dinimizi bize karşı silah olarak kullanmak isteyeceklerinden şüphe duymamak gerekir.YENİŞAFAK
Mustafa Kamil Paşa ile aynı senelerde vefat eden Muhammed Abduh da Osmanlı’ya umut bağlayanlar arasındadır. Mustafa Kamil Paşa’nın, Türkçe’ye çevrilen Şark Meselesi adlı kitabına mütercim tarafından yazılan önsözde belirtildiğine göre Abduh, “Devlet-i Âliye-i Osmaniye’nin muhafazası Allah’a ve Peygamberi’ne imandan sonra üçüncü sırada gelir” şeklinde bir görüşe sahiptir.
Şark Meselesi önemli bir kitap, mutlaka okunmalı fakat bu kitap, Abduh gibi önemli şahısların tartışmalı görüşleriyle gündeme getirildiğini ortaya çıkarması bakımından da ilgi çekicidir. Bilindiği gibi büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Sırat-ı Müstakim dergisinde Abduh’un görüşlerini geniş okuyucu kitlesine tanıtmıştı. Abduh ve Mustafa Kamil Paşa gibi Mısırlı münevverler İngiliz emperyalizmine karşı durmuşlardı. Akif’te de çok güçlü bir vatan sevgisi vardır ve o da İngiliz emperyalizmine karşı durmuştur. Vatan, millet ve din sevgisi Akif gibi münevverleri büyülemiş ve cephelere sevk etmişti. Muhakkak onları etkileyen şahıslarda da benzer duygular vardı. Yüzüncü kuruluş yıldönümünü kutladığımız Azerbaycan’ın ilk cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade, Yeni Kafkasya dergisinde, vefatından yirmi yıl sonra Mustafa Kamil Paşa’dan bahsetme gereğini hissetmişti. Resulzade, Mustafa Kamil Paşa’nın fikirlerinin Kafkasya Türklerinin yüreğinde bağımsızlık meşalesini yakmış olduğundan bahseder.
Çanakkale Şehitleri ve İstiklal Marşı’nı sadece Mehmet Akif’in güçlü hissiyatı ve şairaneliği ile açıklamak doğru değildir. Bu iki şiiri muhakkak Mehmet Akif’in fikrî kaynakları ile açıklamak gerekir. Bu kadar güçlü bir emperyalizm karşıtlığını başka türlü izah edemeyiz. Batı emperyalizmi ile mücadelenin, Mehmet Akif’te neredeyse bir fikr-i sabite dönüştüğünü söyleyebiliriz. Eğer bu inanç Akif’te olmasaydı bu iki şiir yazılamazdı. Nitekim birincisini Kuşçubaşı Eşref Bey ile Arabistan çöllerinde İngiliz emperyalizmine karşı mücadele içerisindeyken yazmıştır. Nazım Hikmet’in “Âkif büyük şair, inanmış adam” mısraı “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraından sonra gelir. Nazım’ın Akif’i tanımlamak için kullandığı “inanmış adam” sözü, millî şairin dindarlığına indirgenemez. Bu mısralarda Akif’in mücadelesine olan inancından bahsedildiği açıktır.
Akif’in çok sevdiği arkadaşlarından biri de Abdürreşit İbrahim’di. Uzun ömrü boyunca emperyalizme karşı mücadele etti ve Türk-İslam dünyasının uyanışı için çalıştı. Hem İbrahim’in hem de Akif’in fikrî kaynaklarında ortaklık söz konusudur. Ne yazık ki bu kaynakların mahiyeti Türkiye’de hakkıyla ele alınmamaktadır. Hatta bu yönde olumsuzlayıcı bir yaklaşımdan bahsetmek hiç de hata olmaz.
Geçen hafta “andımız” tartışıldı. Cumhurbaşkanımız İstiklal Marşı’nın yeterli olduğunu söyleyerek tartışmaya son verdi. İstiklal Marşı’nın öne çıkarılması, çok doğru bir yaklaşımdır. Fakat bu doğru yaklaşıma rağmen Akif’in temsil ettiği fikirleri görünmez kılma alışkanlığı ya da tavrı geniş bir çerçeveden ele alınamıyor. Kanaatimce esas tartışılması gerekli hususlardan biri budur. İstiklal Marşı’nın anlam dünyasına dâhil olabilmek için bu yönde bir çabaya ihtiyaç olduğu açıktır. İstiklal Marşı’nın yeni kuşaklara bir şeyler söyleyebilmesi için Âkif’in fikrî kaynaklarını doğru değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
Dinin çok dar bir açıdan ele alınması, dinî düşüncenin hayattan uzaklaşmasına yol açıyor. Çok dar bir alana hapsedildiği zaman dinin kullanışlı bir araca dönüştürülmesi de kolaylaşıyor. Türkiye’ye karşı en güçlü saldırının din üzerinden yapılmasını izah etmek zorundayız. Batı emperyalizminin Türk ve İslam dünyası üzerindeki istekleri sona ermiş değildir. Dinimizi bize karşı silah olarak kullanmak isteyeceklerinden şüphe duymamak gerekir.YENİŞAFAK