Afrika’yı sömürgecilere teslim ettikleri için Afrikalı zencilere, Amerika’yı Avrupalıların insafına bıraktıkları için Kızılderililere ve İslam dünyasının geleceğini de düşmanlarına hediye eden Müslümanlara çok ama çok kızgınım.
Afrikalı beyaz yazar Wilbur Smith ile Amerikan Kızılderilisi yazar Dee Brown da hemşehrilerini hiç affetmezler. Sebebi de Afrikalıların ve Amerikan yerlilerinin aşırı derecedeki -hatta aptallık sınırlarını zorlayan- saflığıdır.
Kızgınlığımı alevlendiren son örnek, 2017 yılı yapımı “Unlocked” filmi… Filmin başrolünde dört ünlü oyuncu var: Noomi Rapace, Orlando Bloom, Michael Douglas ve yaşayan efsanelerden biri olan John Malkovich. Filmin yönetmeni de epey meşhur bir sinemacı olan Michael Apted. Narnia Günlükleri, Nell, Enigma, Gorky Park vs gibi filmlerle ismini sinema tarihine yazdırmış biri olan yönetmen Apted, son yılların popüler konularından biri olan “terörist Müslümanlar” üzerine yazılmış olan bir senaryoyu almış, teknolojinin son imkânlarını da kullanarak vasatın biraz üstünde, sıkıcı olmayan bir gerilim filmi yapmış.
Filmin başında, ortasında ve sonunda birkaç Arapça cümlenin geçtiği; güya Hazreti Ali’ye atfedilen bir cümle ile selefî bir imamın sözünün leitmotive olarak kullanıldığı senaryoda, sanki derinliği olan bir hikâye imajı doğurulmuş. Peter O’brien namında –ismi daha önce duyulmamış- bir senaristin yazdığı ve içinde Hollywood’un istediği bütün unsurların olduğu yani senaryo formülünün tam olarak icra edildiği metni filme çekmek, tecrübeli Michael Apted için hiç de zor olmamış.
“Küçük bir fedakarlık”
Filmin sonunda anlaşılıyor ki, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan “terörist” saldırıların çoğunluğu –aslında- ya CIA’in veya MI5 yahut MOSSAD’ın planlayıp, kıt akıllı ve para düşkünü Araplar vasıtasıyla uygulamaya koyduğu eylemlerdir. Ancak filmi izlerken geçen 98 dakikanın hemen hemen tamamında, seyircilerin bilinçaltına bütün suçlunun “kötü – pis – terörist Müslümanlar” olduğu güzel güzel nakşediliyor. Filmin son birkaç dakikasında yapılan final sahnesi konuşmalarında ise, Amerikan veya Avrupalı istihbarat teşkilatı başkanlarının ya da hükümet görevlilerinin bu çeşit sağ gösterip sol vuran “terörist” eylemleri neden yaptıkları meselesi şu replikle izah ediliyor: “Her şey bir matematik hesabı… Eylem sırasında yitirilen az miktarda can, çok sayıdaki masum Amerikalı veya Avrupalı’nın hayatını kurtarıyor. Demek ki bütünü kurtarmak için, küçük bir fedakârlık yapmakta mahzur yok.”
Batılılar ne iyi insanlar!?
Son yıllarda bu tür film ve dizi filmlerin sayısı o kadar çok arttı ki, hangi biri hakkında eleştiri yazacağımı şaşırıyorum. Yine sanal âlem kanalıyla bütün dünyada seyredilmeye başlanan sekiz bölümlük Norveç yapımı “Nobel” dizisini seyrederken de, benzer bir hikâye, farklı mekânlar ve oyuncular kullanılarak anlatılıyor. O dizi filmde de günümüz Afganistan’ında enerji ve ticaret anlaşmaları yapmak için Kızıl Çin devleti ile Norveç hükümetinin çekişmesi var. Ön planda Müslümanların kadınlara kıymet vermediği; Afgan Müslümanların fakir, pis, ikiyüzlü, korkak, arkanı döndüğün anda ihanet eden kişiler olduğu işlenirken; arka taraftaysa menfaat çatışmaları için nasıl da acımasız davranıldığı seyircinin gözüne sokuluyor. Nobel Barış Ödülü’nün de bir kenardan hikâyeye dâhil edildiği dizi filmi seyrederken, Norveçlilerin ne kadar da insancıl – iyi insanlar olduklarını öğreniyoruz.
Bu filmleri izlerken, 2005 senesinde Ürdün’deki bombalı bir tedhiş eyleminde Mustafa Akkad’ın ölümüne sebep olan Müslüman kılıklı katillere ne kadar lânet etsek azdır, diyorum. Çünkü Mustafa Akkad sinemanın İslam Dünyası için öneminin farkına varıp, bu konuda bir çığır açmıştı. Selahaddin Eyyubî filmi projesine başlayamadan terk-i dünya etti. Keşke yeni bir Mustafa Akkad’ımız olsa…
İslam Gemici