SELAMLA DALGA GEÇTİLER
Sunucu söylediği sözün garabeti yetmezmiş gibi bir de” inanmıyorsanız Yahudilere sorun, onlar size dininizin şeairini anlatsınlar” gibi saygısız bir ifade de kullanınca, selamlaşma cümlesinin kaynağı ve İslam’daki yeri konulu bu yazının kaleme alınması elzem oldu.
İnsan sosyal bir varlıktır. Hem cinsleriyle bir arada olmak ister. Bu, yaratılışının bir gereğidir. Bu bakımdan iletişim halinde olmak onun kaçınılmaz bir özelliğidir. Her toplumun, gündelik yaşamının çeşitli alanlarında belirli durumlara ve ihtiyaçlara bağlı olarak başvurduğu farklı iletişim araçları bulunmaktadır. Bu nedenle de kültürel değişim, dönüşüm ve farklılıkların izlenebildiği başlıca alanlardan biri de kuşkusuz iletişim türleridir. Bu anlamda, bir toplum ve kültürün geçmişine bağlı olarak sosyokültürel yapı içerisinde şekillenen konuşma tür, biçim ve söylemleri, hitap şekilleri, nezaket sözleri, selamlaşma ve vedalaşma sözleri de toplumların kültürel özelliklerine göre şekillendirilir. İslam kültür tarihinde de özellikle gündelik yaşama ait birikimlerin önemli bir yönünü selamlaşma temsil etmektedir ve bu yönüyle araştırılmaya değerdir.
SELAM BİZE NEREDEN GELDİ?
Müslümanlar arasında bilinen şekliyle selâmlaşmanın hicretten sonraki yıllarda başladığı anlaşılmaktadır. Ancak ondan önce, o gün hala Müslüman olmayan Ebu Zer el-Gıfari, İslamiyet’i ve peygamberimizi araştırmak için Mekke’ye gelir. O gün Mekkeli Müşriklerden korktuğu için maksadını kimseye açamaz. Hz Ali kendisini birkaç gün misafir ettikten sonra Mekke’ye geliş amacını söyler. Hz Ali onu gizlice Efendimize götürür. Darul Ekram’da Efendimizle ilk karşılaşmada Ebu Zer titremeye başlar, orada ağzından ilk çıkan kelimenin “ Selam” olduğunu Hz Ali Efendimiz rivayet etmektedir. Bu rivayet bizim için çok önemlidir. Çünkü Hz. Ali, ilk karşılamada “Selam” kelimesini İslam’da Ebu zer(ra)‘den duyduğunu söylemiştir.Hicretten sonraki yıllarda ise Kuran-ı Kerim ve hadis kitaplarına baktığımızda selamın nasıl verileceğini, nasıl alınacağını, kimlere verileceğini ve selamın Müslümanlar arasında yayılmasının geniş yer tuttuğunu görürüz. Efendimiz (sav) Medine’ye hicret edince Yahudiler Medine ve çevresinde yaşıyorlardı. Peygamberliğin kendilerinden değil de Araplardan geldiğini anlayınca, iman edeceklerine, her zaman olduğu gibi kıskanmaya ve haset etmeye başladılar. Zira Efendimiz ( sav): “…Yahudilerin Müslümanlara en fazla haset ettiği şu üç şeydir: Selamlaşmak, namazda safları düzgün tutmak ve imam arakasında farz namazları kılarken (Fatiha’dan sonra) “Âmin” demeleridir.”( Zevaid, 2/113) buyurarak Yahudilerin Müslümanlara hangi konularda hased ettiğini açık bir şekilde dile getirmiştir. Yahudiler hasetlikleri yüzünden, Efendimize şeytani tuzaklar kurdular. Büyü sihir vb. insanın aklına gelebilecek her türlü şeytanlığı yaptılar. Bunlardan biri de “ Selam” kelimesine yükledikleri anlamdır. Kendi inançlarına göre hangi niyetle selamı söylersen o şekilde gerçekleşeceğine inanıyorlardı. Nitekim Efendimize gelerek selam veriyorlardı. Efendimiz de onların selamını alıyordu. Cebrail (as) Efendimize (sav) gelerek onların niyetinin aslında anlaşılan manada selam vermek olmadığını, selamlarına yükledikleri kötü manayı, Efendimize bildirince, Efendimiz de ashabını şu şekilde uyardı:
“Ehl-i kitaptan size selam veren olursa, cevap olarak siz de ‘ve aleyküm’ deyin” (Buhârî, İsti’zân 22, Mürteddîn 4; Müslim, Selâm 6–9). Yani Niyetiniz ve temenniniz neyse aynı şeyi biz de sizin için istiyoruz. Daha sonra bu olaydan haberi olmayan bir Yahudi Efendimize gelerek “Selam”(yani sana ölüm) demiş, Efendimizde “ve aleyküm” ( sana da ölüm) demiş. Yahudi korkudan titremeye başlamış, Efendimiz Yahudi’nin asıl maksadını yüzüne vurunca, Yahudi oradan kaçarak uzaklaşmıştır. Hadis külliyatına baktığımızda da buna benzer birçok hadis ve olay anlatılmaktadır.
Görüldüğü gibi selam Yahudilikte vardır. Fakat Yahudiler selam kelimesini, İslamiyet’teki gibi ‘esenlik, barış ve kurtuluş’ anlamında değil de düşmanlarına karşı bir silah ve beddua olarak kullanıyorlardı. Onlar, dinlerini tahrip ettikleri gibi selamı da değiştirmişlerdir. Yahudilerin söyledikleri “şalom aleyke” ise Şalom M.Ō. 1000’li yıllarda yaşamış zalim, acımasız ve katliamcı ilk Yahudi-İsrail kent devleti kralının adıdır. Aleyke ise; “üzerine, dâhil, tâbi vb.” yani “Kral Şalom’un milletindenim” demektir. Bunu “ selamün Aleyküm” ile karıştırmak, kelime benzerliğinden başka bir şey değildir. “şalom aleyke” ile “ selamün Aleyküm” ü karıştıranlar, İslamiyet’i bilmeyen gafillerdir. Ya da art niyetli kişilerdir.
Aslına baktığımızda ilk selam Hz Âdem’in (as) yaratılmasıyla ortaya çıkmıştır. Bugün birilerin iddia ettiği gibi Yahudilikle hiçbir ilgisi yoktur. Konuyla ilgili bir hadisi şerifte efendimiz (sav): Allah Teâlâ, Hz Âdem’i (a.s) yarattığında orada bulunan meleklere, Hz. Âdemi selamlamalarını emir buyurmuştur.(Müslim, Cennet, 11). Hanif dininde de yani Hz. İbrahim (as) dininde de Selam’ın var olduğunu Kuran’ı kerimde: “Melekler İbrahim’e selam dediler, o da selam dedi.”(Hud, 11/69; Zariyat, 50/25) manasına gelen ayetten, ta Hz. İbrahim (as)’den beri “selamlaşmanın olduğunun anlayabiliriz.
Genel olarak dinler tarihine baktığımızda selâmlaşmanın var olduğunu ve her dinin kendine has bir şekilde selamlaştıklarını görmekteyiz. İslâmiyet’ten önce, Cahiliye Arap toplumunda selamın var olduğu ve birbirleriyle karşılaşan insanlar hayatlarının güzel geçmesi ve devamı için kendi âdetlerine göre bu yüzden “Hayyâke’llâh” derlerdi.( Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, c. II, s. 40). İslâm’ın gelişiyle Hz Âdem’den (a.s) bu yana unutulmuş olan “es-Selâmu Aleykum” kelimesiyle selâmlaşma bir kez daha hatırlatılmış oldu.
Modern dünyada ise farklı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır, selamlaşma. Bugün selamlaşma manasında da kullanılabilen ‘Günaydın’ veya ‘tünaydın’ kelimelerinin tarihi süreç içinde nasıl geliştiğine baktığımızda çok şaşırtıcı bir sonuçla karşılaşırız. Radyonun yeni icat edildiği dönemde İngiltere’de radyo programı yapılıyormuş. Programa genellikle Lord dediğimiz zenginleri davet ederlermiş. İşte böyle bir programa zengin bir çiftlik sahibi sabah erkenden davet edilir. Davete giderken yol üstündeki çiftliğine uğrar. Sabah erken ve çiftlik ahırı karanlık olduğundan, çobanın domuzları kaldırırken “Good Morning, Good Morning “ evlatlarım diyerek domuzları kaldırmaya çalışması, Lordun hoşuna gitmiş. Stüdyoya gidince, halka hitap eden lordun ; “Good Morning halkım ” şeklinde hitap etmesi, o günkü sosyal medyanın etkisiyle sosyete arasında hızla yayılmaya başladı. Bugün birilerinin medeniyet fantezisi olarak takdim etikleri ‘günaydın tünaydın’ kavramları özetle, Avrupa sosyetesinin kullandığı işte bu kavramdır. Şimdi savcının huzuruna çıkarken vahiyle emredilen bir sözü söylemek mi daha anlamlıdır, yoksa gariban Afrika’dan sömürüp getirdikleri, özgürlüklerini ellerinden alıp modern köle olarak çalıştırdıkları bir çobanın sözünü çalarak kendine mal edip ve sonra da sanki kendisi bulmuş gibi sosyete kesimine hava atarak, lord geçinen birinin sözü mü daha kıymetli ve değerli? Bir tarafta âlemlere rahmet olarak gönderilen ve Kur’an’da Allah tarafından tasdik edilen peygamberlerin sözü, diğer tarafta ne için söylendiği belli olmayan yalın ifadeler. Modernlik hangisi? İşte günümüzde küreselleşme ve sekülerleşmenin etkisi ile geleneksel dini selâmların yerini, bu anlamdan arındırılmış selâmlar almıştır.
İSLAMDA SELAMIN ÖNEMİ
İslam’da selam sadece bir söz değildir. Bir iletişim şekli, bir dua ve temennidir. Selam; Barış, eman, kurtuluş, rahatlık, esenlik; Müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları zaman, karşılıklı olarak sağlık ve esenlik dileklerini sunmalarıdır. Söyleme şekli ise: "Selâmün aleyküm" (Selâm sizin üzerinize olsun, Allah her türlü kazadan ve beladan korusun!) demesi; diğerinin ise: "Ve aleykümü's-selâm ve rahmetullahi ve berekatüh" (Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi sizin de üzerinize olsun!) şeklinde cevap vermesi anlamına gelmektedir. Selâmla başlayan iletişim çoğu zaman güzel neticeler meydana getirir. Her insanın, diğer insanlara anlatabileceği duygu ve düşünceleri vardır. Çünkü insan, en sakin halinde bile düşünen ve hisseden bir varlıktır. Ayrıca Selâm, Müslümanlığın en önemli alâmetlerinden birisidir. Hz. Peygamber’in (a.s.v) birçok sünneti içinde ayrı bir öneme sahiptir. Aynı zamanda selam Müslümanların hayatını kuşatan bir ibadettir. Yüce yaratıcıdan kullarına ulaşan muhabbetin ifadesidir. Namazda, evde, girerken de, çıkarken de karşılaşmada ve vedalaşmada selam alınır ve selam verilir. Selâmlaşma, toplumun sosyal yapısına dokunacak en önemli mesaj olmuştur. İşte Hz. Peygamber (a.s), getirmiş olduğu yeni dine iman eden halkına; “Nefsim (kudret) elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!” (Müslim, Îman, 93) buyurmuştur.Müslümanlar arasında, bir dostluk ve iyi niyet işareti olan selâmı vermek sünnet; almak ise farzdır. Verilen selamı almamak caiz değildir. Çünkü selam Allah’ın selamıdır. Ve Onun selamını almamak demek rahmetinden mahrum olmak demektir. Dinimize göre "Sebep olan yapan gibidir." kaidesince, selam veren kimse alanın da sevabına ortak olur. Çünkü onun selam almasına ve sevap kazanmasına sebep olan kimse, selamı verendir. Bu açıdan selam vermek selam almaktan daha faziletli olabilir. Nitekim Efendimiz: "Şüphesiz ki, Allah katında insanların en iyisi, önce selâm verendir." (Ebû Davûd, Edeb, 133).buyurmuştur. Ve selam girilen ortamda berekete vesiledir. Çünkü başka bir rivayette, Efendimiz (asv), Enes (r.a)'a şöyle buyurmuştur: "Oğlum! Ailenin yanına girdiğinde selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun." (Tirmizî, İstizân, 20).
İşte İslam toplumu içinde selâmı yaymak, hem Allah'ın istihbabi bir emri( Sevdirmek için verilen emir) ve hem de Hz. Peygamberin sünnetidir. Zira Kuran-ı kerimde yüce Rabbimiz :"Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu, sizin için daha iyidir." (en-Nûr, 24/27). Başka bir ayette ise; "Size biri selâm verdiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya aynıyla karşılık verin..." (en-Nisa, 4/86) buyrulmuştur.
Özellikle bidatların ve yanlış bilgilerin İslam toplumunu istila ettiği, toplumda hükmettiği zaman, sünneti seniyeye tabi olan bir Müslümanın yüz şehit ecri kazanabileceğini efendimiz (sav).tarafından müjdelemiştir. “İnsanların dininin gereklerini yerine getirme konusunda, avucunda ateş tutan kimse gibi olduğu günümüz şartlarında, selama daha bir bağlanmak ve elden geldiğince yaymaya çalışmak da, gayret ettiğimiz esaslardan biri olmalıdır. Rabbim son nefesimize kadar iyilik edecek ŞUUR, sözlü Dua ile amellerimizi süsleyecek FERÂSET, iyilik yolunda kınayanın kınamasına aldırmadan emin adımlarla ilerleyecek akıl ve fikir ver. Selamünaleyküm.
Mehmet KARADAĞ
27/06/2021