Şehzade Mehmet, henüz küçük bir çocukken arkadaşlarıyla oyun oynanmış. Arkadaşlarından birinin adı Hasan, diğerinin adı Sadık. Mehmet ”Ben, büyüyünce İstanbul’ u alacağım” diye arkadaşlarına fetih için söz verirmiş. Evvel bu işe inanmayan Hasan’la Sadık, sonraki günlerde, Şehzade Mehmet’in bu ısrarlarına karşılık, Tamam sen sefere çıkarsan, biz de orduna katılırız’ diye söz vermişler.
Yıllar geçmiş ve gün gehniş, Şehzade Mehmet tahta çıkmış 'Sözüm söz, işim fetih ’ diyerek, sefer için ferman yazdırmış. Bir gün, yeniçeri destur isteyip, ’Hasan diye biri geldi efendim, Ulubat ’tan arkadaşınız olduğunu söyler ’ demiş.
Sultan Mehmet, çocukluk arkadaşını hemen içeri aldırmış. Hasan huzurda hazır, ’Sadık gelmedi mi sultanımız?’ diye sual edermiş: ’Memlekette aradım, benden üç gün evvel yola çıktığını söylediler!
***
Sultan Mehmet, ’Henüz gelmedi. Bugünlerde gelir; sana haber ederim.’ diye cevap vermiş... Ulubatlı Hasan huzurdan ayrılmış, orduya katılmış. Dünya gözüyle en güzeli görmüş ya, büyük bir aşkla ölümün en güzeline yürümüş.
Konstantinopolis’i fetheden Sultan Mehmet, vefat etmeden önce son seferine hazırlanırken, Roma’dan bir mektup alımş. Mektupta Hıristiyan bir kardinal, ’Efendim, ömrümün son zamanını kendi vatanımda geçirmek dilerim. Beni, İstanbul ’da bir kiliseye almanız mümkün mü. ?’ diye ricada bulunmuş. Sultan Fatih çok sinirlenmiş, kardinale emir göndermiş: 'Görevimiz tamam olmadan asla!’
Mektubu yazan Fatih’in çocukluk arkadaşı Sadık' tır. Sultan Mehmet, İstanbul'u fethederken Sadık’ ı Hıristiyan kimliğine büründürmüş, kiliseye yerleştirmiş. Sadık yükselmiş, yükselmiş, kardinalliğe kadar ilerlermiş. Derler ki, Fatih zehirlenmeseydi de, son seferinde Roma’yı fethetseydi; Sadık’ı Hıristiyan dünyaya Papa yapacaktı!
Sadık, o günden sonra kilisede bir zincir oluşturmuş. Ajanlar yetiştirmiş, papaz diye kiliselere yerleştirmiş. Sultan Abdülhamit'e kadar bu silsile devam etmiş. Sultan Abdülhamit, Sadık’ın mirasını devam ettiren kişiye, kimsenin bilmediği özel bir sandık, sandığın içinde özel bir sancak göndermiş!
Bu bir Siyah Sancak’tır. Yani Peygamber efendimizin kullandığı sancaktır. Allah resulü, Liderliğinin işareti olarak taşıdığı bu sancağı, vefatından evvel hazreti Ebu Bekir’e teslim etmiş; sancak, silsile ile dört halifeye, onlardan da Emevi ve Abbasi halifelerine geçmişti.
***
Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethettiğinde, ilk haliyle muhafaza edilen sancağı, Abbasi halifesinden teslim alıp, İstanbul’a agetirdi. Osmanlı Hanedanı, kumaşı iyice eskidiği vakit, dağılmasmdan endişe ettiği siyah sancağı muhafaza altına alır. Yerine üç hilalli yeşil sancağı diktirir;
Yeşil sancak, Müslümanların liderliğinin nişanı; Oğuz Bey’den silsile ile gelen kırmızı sancak ise Türklerin liderliğinin nişanı olur. Milletin hikaye dediği tarih burada başlar...!!!
Osmanlı, yeşil sancağı nişan olarak tayin etse de, biri Asya’ nın içlerine, biri de Avrupa’ nın güneyine gönderilen iki kişide, Sultan’ın verdigi Siyah sancak vardır ve bu sancak, gizli bir teşkilatın nişanıdır. Bu hikâyenin bir ucu, Nizamülmülk'le İmam-ı Gazali’ ye kadar uzanır. Diğer ucu nerededir kimse bilmiyor.
Derler ki; rahmetli Özal, Özbekistan’a düzenlediği ziyarette, Nakşibendi şeyhinin huzuruna varır. Türkiye’den götürdüğü gizli bir nişanı ve bir köşesi eksik olan yıldız'ın işlendiği sancağı şeyhin rahlesine bırakır.
Derler ki; o gün Özal’a siyah bir sancak gösterilmiş ve Asya’daki gizli teşkilat hakkında bilgi verilmiş. Rahmetli Ozal; Hindistan, Japonya, Afganistan, Pakistan, Rusya ve Çin’den gelen bazı kişilerle tanıştırılmış...(Kaynak.Teşkilat-Selman Kayabaşı -sayfa 74/75-)
***
Bu makaleden sonra siyah sancak, armagedon, asala, ukab ve bunların detaylı operasyonları ve çalışmaları ile ilgili raporlarıyla birlikte yazılarımız Bihavadis.com/ali-kuzu köşesinde yayınlanacaktır. Hergün köşemizde okuyabilirsniz iyi okumalar Yorumlarınıza ve görüşlerinize cevap vereceğiz. Yazımızın altına yazınız lütfen..