Bütün dinlerde ve inanışlarda söylenen kıyamet acaba bize ne kadar yakın? Kuran-ı Kerim de saat olarak da adlandırılan ve bazı alametleri bildirilen o son zaman dilimini acaba kimler görecek? Binlerce yıldır bekleşip durduğumuz bu korkunç son için birçok inanıştan insanlar sapkınca ve fanatikçe ritüeller eşliğinde geçmişten günümüze birçok tarikat, dini topluluk veya “izim ve ist” lir oluşturmuş ve tüm insanlığa hala devam etmekte olan dozu arttırılmış bir savaşı yaymıştır.
“TANRIYI KIYAMETE ZORLAMAK”
Ne kadar fanatikçe ve sapkınca bir düşünce olsa da günümüz egemen güçlerinin ruh hastası yöneticileri, ellerinde ki kontrolsüz gücü mazlumlara ve kendisi gibi düşünmeyen ve ona itaat etmeyen bütün topluluklara zulüm aracı olarak kullanmakta ve bununla da dini görevini yerine getirdiğini düşündüğü için sadistçe bir zevk almakta.
HABİL ve KABİL ’den beri süregelen insanlığın paylaşmama, elindeki ile yetinmeme, kardeşini aşırı kıskanma ve ben hastalığı halen en acımasız ve şeytanı bile kıskandıracak kadar yoğunlukta yaşanmakta günümüzde.Kıyameti beklerken insanlar sanki hiç ölmeyecek gibi merakla ömrünü dünyaya adamakta, ömrünü uzatacak ilaçlara, reçetelere paralar dökmekteyken, 7 milyarı geçen nüfusu ile çok kalabalıklaşan dünya da her gün sanki doğum kontrolü yaparmışçasına binlerce insan ölmekte ya da öldürülmektedir.Ama unuttuğumuz en önemli gerçek; “insanın kıyameti kendi ölümüdür” gerçeğidir. Ne yaparsak yapalım bu gerçeği değiştiremiyoruz değil mi?
O vakit ne gerek var ki birbirimizin hayatını zorlaştırmaya sanıyor musun? Her şeyin sahibi olsan bile, bir süre sonra ölecek ve sahip oldukların başkasının eline geçecek ve bir müddet sonra yok olacak!
Neyzen Tevfik’in dediği gibi zaten bir hiç iken, bu kadar eziyete ne gerek var? Şimdi durup düşünelim; kaç yıllık yaşam süremiz var? Ne kadarına hükmedip kendi kararlarımızla yaşayabiliyoruz? Çocukluk ve yaşlılık dönemlerimizi de çıkarırsak geriye 20-30 yıl arası bir süre kalıyor tabi okul, iş, ev, evlilik, çocuk falan derken 30 yılda yetmiyor sonra dönüp baktığımız da keçiboynuzu gibi ömrümüzün büyük kısmını koşturmayla geçirmiş oluyoruz. Elimizde birkaç güzel anı ve kısa süreli mutluluklar kalıyor. Peki, sonuç olarak sorgularsak; biz kimiz? Nerden geldik? Neden geldik? Nereye gidiyoruz? Ne olacağız?
Efendim? Sesim geliyor mu?