Gündem o kadar hızlı ilerliyor ki yakalayabilene aşk olsun. Seçimler, İdlib, terörle mücadele, Brunson, dövizdeki siyasal güdümlü artış, McKinsey falan derken ne ara bu kadar çok şey yaşadık anlayamadık. Bu kadar soruna rağmen nasıl dimdik ayakta duruyoruz? Ringin ortasında bu kadar darbe yememize rağmen halen neden nakavt olmadık diye sorsak da hey maşallah deyip geçeceğiz. Çünkü asıl konumuz bu değil. Asıl konumuz baltanın sapı, yani CHP!
Muhtemelen balta sapı hikâyesini birçoğunuz biliyorsunuzdur, olsun, belki bilmeyenler vardır, ben kısaca anlatayım: Ormandaki ağaçlar, her gün onlarca ağaç kesilmesinden rahatsız olmuşlar. Durumu aralarında hararetli bir şekilde tartışmaya başlamışlar. Tartışmanın sonunda ormandaki ağaçları kesen baltanın suçlu olduğu kanaatine varmışlar. Ancak aralarındaki ağaçlardan bir tanesi şunu söylemiş; “arkadaşlar bizleri kesen belki baltadır ancak unutmayın ki o baltanın sapı da bizdendir!”
Yahu öz yurdunda bu kadar sıkıntı var, bu kadar saldırı var, bir gün olsun insan milletine, devletine destek çıkmaz mı? Bir gün olsun “arkadaş muhalefet başka, devletçilik başka, her ne olursa olsun ben devletimi milletimi ezdirmem” demez mi? Demiyor, bir asır da sürese yine demeyecek. Ancak bu cümleden sonra hiç de heveslenmesinler, öyle bir asıl falan da süreceği yok bu partinin. Her geçen gün yaptıklarıyla veya yapmadıklarıyla en fanatik seçmeninin dahi sert eleştirisine maruz kalıyor.
Hatırlar mısınız, daha geçen gün CHP’nin yere göğe sığdıramadığı, yıkılmaz kalesi olan İzmir’in Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu isyan bayrağını açmıştı en sonunda. "CHP benim partim. Bugüne kadar Türkiye'yi nasıl yöneteceğini, ülkenin ana problemlerinin neler olduğunu ve bunların nasıl tedavi edilip ülkenin refaha çıkarılacağı konusunda bir yol haritası belirlememiştir. Ekonomide ne yapmak lazım, terörde ne yapmak lazım, dış politikada ne yapmak lazım? CHP bunu temellendiremedi. Bunu ben de anlamıyorum vatandaş da anlamıyor. Bu partide politika üretecek mutfak yok. Bilenlere sormadan, halka gitmeden çözüm üretemezsiniz. Aynı şeyleri söyleyerek farklı bir sonucu ulaşmayı beklemek doğru değil" diyerek ciddi rahatsızlığını dile getirmişti. Amma velâkin tencere dibin kara, benimki senden kara hesabı, İzmir’de yaşayanlar yoğun kötü koku sebebiyle haftalardır bu belediye başkanına veryansın etmiyorlar mıydı?
Hadi bunu es geçtik diyelim. Ülkeyi en iyi şekilde yönetir diye Cumhurbaşkanı adayı gösterdikleri Muharrem İNCE’yi kendi partilerine teslim etmekten kaçınmadılar mı? Kılıçdaroğlu, Sözde Man Adası belgelerini elinde sallayarak insanları kandırmaya çalışırken, iftira suçundan mahkeme kararıyla bir ton tazminat ödemedi mi? Peki ya bu adamın genel başkan yardımcısı Gürsel Tekin’e ne demeli? Her söylemi, her hareketi ayrı bir skandal! 150 bin Suriyeli ve Afgan’a kimlik kartı geldi şeklindeki yalanı, 3,6 milyar dolarlık kredi paketi karşılığı bir Uygur Türkü’nün Çin’e teslim edildiği yalanı, Kapalı Çarşı’da dükkânın kriz nedeniyle kapatıldığı yalanı kısa sürede ortaya çıkmadı mı?
Hadi diyelim ki bunlar böyle, alıştık artık. Peki ya bunların en yoğun destekçileri olan sözde medya takımına ve ahalisine ne demeli? Fox TV’de Fatih Portakal’ın Mersin Şehir Hastanesi’nde vatandaşın mağdur edildiğine ilişkin iftira haberi, kadın haklarından dem vuran İsmail Küçükkaya’nın karısını aldatması ve uyguladığı şiddet nedeniyle boşanıyor olması ve bunun hiçbir sol yayın tarafından bir gün dahi gündeme getirilmemesi, Sözcü Gazetesi bir taraftan İslam dinini kötülemek, topluma ahlak dersi vermek adına tüm gücünü sonuna kadar kullanırken, diğer taraftan cinsel içerikli sapkın yayınlar yapması, sosyal medya ayakları olan Takunya’nın her paylaştığı haber ve resimlerin sahte çıkması nasıl bir bataklık içinde olduklarının net bir fotoğrafı değil midir?
Bir taraftan terörün siyasal ayağı HDP ile aleni aşk yaşayıp, aynı zamanda PYD terör örgütü değildir, kendisini ve halkını savunan bir örgüttür diyen Kılıçdaroğlu’nun, diğer taraftan şehit cenazelerine katılmaya kalkması nasıl bir ahlaki çöküntünün eseridir? Cenaze sahiplerince kovulması, hakarete maruz kalması, arabasının yumruklanması da mı yetmiyor? Memlekette hiç adam kalmamış gibi, Ermeni soykırımını kabul eden, gezi ve Kobani provokasyonunu destekleyen, 15 Temmuz direnişçilerine DAEŞ’çi gözüyle bakan, devlet katil değil seri katil diyen Canan Kaftancıoğlu gibi bir şahsı hangi akla hizmet İstanbul il başkanı yapıyorsun? Hiç mi devletinden milletinden utanmıyorsun? Bu baskın talimatları kimlerden alıyorsun demezler mi adama?
Anlayacağınız bu partinin neresinden tutarsanız elinizde kalıyor. Cüzzamlı bir hasta gibi, gittiği her yerde bir parçasını bırakıyor artık. Merak ediyoruz aslında, amblemlerindeki o altı oka ne oldu? Bu güne kadar bu oklardan hangisini attınız da hedefi vurdunuz?
Cumhuriyetçilik derseniz, bugünkü rejimde Cumhurbaşkanı dahi doğrudan demokrasi ile yani halk tarafından seçiliyor. Yani sizsin Cumhuriyetçiliğinizin bir tık üstünde.
Milliyetçilik derseniz, etnik kökenli milliyetçilik akımından, dil, tarih ve kültür bağlarından mütevellit ulusçuluk kavramını oluşturan bütünleyici bir yapıya geçildi.
Halkçılık derseniz, halka hizmet hakka hizmet şiarıyla gerek teknolojide, gerek hizmette, gerekse sosyal haklarda belki de yapılmayan çok az şey kaldı.
Devletçilik diyecekseniz, gerek refah anlamında sosyal yaşamın tesisinde, gerekse uluslar arası arenada ciddi yükselişe geçilmiştir.
Devrimcilik diyeceksiniz, gerek kamusal reformlarla gerekse siyasal değişimlerle Türkiye’nin çağa ayak uydurmasında önemli atılımlar yapılmıştır.
Peki ya laiklik diyecekseniz hiç boşuna nefesinizi tüketmeyin arkadaşlar. Fransız devriminden alınan ve 1905 yılında Fransa’da ilan edilen bu kavramı bırakın diğer dünya ülkelerini Fransızlar kendileri dahi uygulamamışlardır. O dönemde Vatikan bu duruma ciddi tepkiler göstermiş, neticesi itibariyle bu ilke sadece Müslümanlara yönelik uygulanmıştır. Mesela Fransa’da devlet okullarının kiliseye bağlı olması gibi! Mesela atılacak önemli siyasi adımlarda Vatikan’dan talimat almaları gibi!
Gelelim meselenin özüne. Türkiye’de en şiddetli haliyle savunduğunuz solculuk ve sosyalizm şayet bu ise o zaman ERDOĞAN EN BÜYÜK SOLCUDUR!
Haa yok eğer bunlar bize uymaz, bizim solculuktan anladığımız Atatürk maskesi arkasında terörün siyasi ayağıyla dirsek temasına geçip her haltı yemek diyorsanız, bunun adı da solculuk değil VATAN HAİNLİĞİDİR!
Muhtemelen balta sapı hikâyesini birçoğunuz biliyorsunuzdur, olsun, belki bilmeyenler vardır, ben kısaca anlatayım: Ormandaki ağaçlar, her gün onlarca ağaç kesilmesinden rahatsız olmuşlar. Durumu aralarında hararetli bir şekilde tartışmaya başlamışlar. Tartışmanın sonunda ormandaki ağaçları kesen baltanın suçlu olduğu kanaatine varmışlar. Ancak aralarındaki ağaçlardan bir tanesi şunu söylemiş; “arkadaşlar bizleri kesen belki baltadır ancak unutmayın ki o baltanın sapı da bizdendir!”
Yahu öz yurdunda bu kadar sıkıntı var, bu kadar saldırı var, bir gün olsun insan milletine, devletine destek çıkmaz mı? Bir gün olsun “arkadaş muhalefet başka, devletçilik başka, her ne olursa olsun ben devletimi milletimi ezdirmem” demez mi? Demiyor, bir asır da sürese yine demeyecek. Ancak bu cümleden sonra hiç de heveslenmesinler, öyle bir asıl falan da süreceği yok bu partinin. Her geçen gün yaptıklarıyla veya yapmadıklarıyla en fanatik seçmeninin dahi sert eleştirisine maruz kalıyor.
Hatırlar mısınız, daha geçen gün CHP’nin yere göğe sığdıramadığı, yıkılmaz kalesi olan İzmir’in Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu isyan bayrağını açmıştı en sonunda. "CHP benim partim. Bugüne kadar Türkiye'yi nasıl yöneteceğini, ülkenin ana problemlerinin neler olduğunu ve bunların nasıl tedavi edilip ülkenin refaha çıkarılacağı konusunda bir yol haritası belirlememiştir. Ekonomide ne yapmak lazım, terörde ne yapmak lazım, dış politikada ne yapmak lazım? CHP bunu temellendiremedi. Bunu ben de anlamıyorum vatandaş da anlamıyor. Bu partide politika üretecek mutfak yok. Bilenlere sormadan, halka gitmeden çözüm üretemezsiniz. Aynı şeyleri söyleyerek farklı bir sonucu ulaşmayı beklemek doğru değil" diyerek ciddi rahatsızlığını dile getirmişti. Amma velâkin tencere dibin kara, benimki senden kara hesabı, İzmir’de yaşayanlar yoğun kötü koku sebebiyle haftalardır bu belediye başkanına veryansın etmiyorlar mıydı?
Hadi bunu es geçtik diyelim. Ülkeyi en iyi şekilde yönetir diye Cumhurbaşkanı adayı gösterdikleri Muharrem İNCE’yi kendi partilerine teslim etmekten kaçınmadılar mı? Kılıçdaroğlu, Sözde Man Adası belgelerini elinde sallayarak insanları kandırmaya çalışırken, iftira suçundan mahkeme kararıyla bir ton tazminat ödemedi mi? Peki ya bu adamın genel başkan yardımcısı Gürsel Tekin’e ne demeli? Her söylemi, her hareketi ayrı bir skandal! 150 bin Suriyeli ve Afgan’a kimlik kartı geldi şeklindeki yalanı, 3,6 milyar dolarlık kredi paketi karşılığı bir Uygur Türkü’nün Çin’e teslim edildiği yalanı, Kapalı Çarşı’da dükkânın kriz nedeniyle kapatıldığı yalanı kısa sürede ortaya çıkmadı mı?
Hadi diyelim ki bunlar böyle, alıştık artık. Peki ya bunların en yoğun destekçileri olan sözde medya takımına ve ahalisine ne demeli? Fox TV’de Fatih Portakal’ın Mersin Şehir Hastanesi’nde vatandaşın mağdur edildiğine ilişkin iftira haberi, kadın haklarından dem vuran İsmail Küçükkaya’nın karısını aldatması ve uyguladığı şiddet nedeniyle boşanıyor olması ve bunun hiçbir sol yayın tarafından bir gün dahi gündeme getirilmemesi, Sözcü Gazetesi bir taraftan İslam dinini kötülemek, topluma ahlak dersi vermek adına tüm gücünü sonuna kadar kullanırken, diğer taraftan cinsel içerikli sapkın yayınlar yapması, sosyal medya ayakları olan Takunya’nın her paylaştığı haber ve resimlerin sahte çıkması nasıl bir bataklık içinde olduklarının net bir fotoğrafı değil midir?
Bir taraftan terörün siyasal ayağı HDP ile aleni aşk yaşayıp, aynı zamanda PYD terör örgütü değildir, kendisini ve halkını savunan bir örgüttür diyen Kılıçdaroğlu’nun, diğer taraftan şehit cenazelerine katılmaya kalkması nasıl bir ahlaki çöküntünün eseridir? Cenaze sahiplerince kovulması, hakarete maruz kalması, arabasının yumruklanması da mı yetmiyor? Memlekette hiç adam kalmamış gibi, Ermeni soykırımını kabul eden, gezi ve Kobani provokasyonunu destekleyen, 15 Temmuz direnişçilerine DAEŞ’çi gözüyle bakan, devlet katil değil seri katil diyen Canan Kaftancıoğlu gibi bir şahsı hangi akla hizmet İstanbul il başkanı yapıyorsun? Hiç mi devletinden milletinden utanmıyorsun? Bu baskın talimatları kimlerden alıyorsun demezler mi adama?
Anlayacağınız bu partinin neresinden tutarsanız elinizde kalıyor. Cüzzamlı bir hasta gibi, gittiği her yerde bir parçasını bırakıyor artık. Merak ediyoruz aslında, amblemlerindeki o altı oka ne oldu? Bu güne kadar bu oklardan hangisini attınız da hedefi vurdunuz?
Cumhuriyetçilik derseniz, bugünkü rejimde Cumhurbaşkanı dahi doğrudan demokrasi ile yani halk tarafından seçiliyor. Yani sizsin Cumhuriyetçiliğinizin bir tık üstünde.
Milliyetçilik derseniz, etnik kökenli milliyetçilik akımından, dil, tarih ve kültür bağlarından mütevellit ulusçuluk kavramını oluşturan bütünleyici bir yapıya geçildi.
Halkçılık derseniz, halka hizmet hakka hizmet şiarıyla gerek teknolojide, gerek hizmette, gerekse sosyal haklarda belki de yapılmayan çok az şey kaldı.
Devletçilik diyecekseniz, gerek refah anlamında sosyal yaşamın tesisinde, gerekse uluslar arası arenada ciddi yükselişe geçilmiştir.
Devrimcilik diyeceksiniz, gerek kamusal reformlarla gerekse siyasal değişimlerle Türkiye’nin çağa ayak uydurmasında önemli atılımlar yapılmıştır.
Peki ya laiklik diyecekseniz hiç boşuna nefesinizi tüketmeyin arkadaşlar. Fransız devriminden alınan ve 1905 yılında Fransa’da ilan edilen bu kavramı bırakın diğer dünya ülkelerini Fransızlar kendileri dahi uygulamamışlardır. O dönemde Vatikan bu duruma ciddi tepkiler göstermiş, neticesi itibariyle bu ilke sadece Müslümanlara yönelik uygulanmıştır. Mesela Fransa’da devlet okullarının kiliseye bağlı olması gibi! Mesela atılacak önemli siyasi adımlarda Vatikan’dan talimat almaları gibi!
Gelelim meselenin özüne. Türkiye’de en şiddetli haliyle savunduğunuz solculuk ve sosyalizm şayet bu ise o zaman ERDOĞAN EN BÜYÜK SOLCUDUR!
Haa yok eğer bunlar bize uymaz, bizim solculuktan anladığımız Atatürk maskesi arkasında terörün siyasi ayağıyla dirsek temasına geçip her haltı yemek diyorsanız, bunun adı da solculuk değil VATAN HAİNLİĞİDİR!
Bu ülkeyi mandacılık anlayışına, IMF’nin koynuna tekrar sokamayacaksınız.
Bu ülkeyi eldiven görüp, içine yabancı eller sokamayacaksınız.
Bu ülkenin tüm sermayesini talan edip, bir gecede onlarca bankayı hortumlayamayacaksınız.
Bu ülkeye nifak tohumları sokup, etnik kökenlerine göre insanları birbirine düşman edemeyeceksiniz.
Bu ülkenin ordusuna, emniyetine, tüm devlet kadrosuna teröristleri sokup, şehit haberlerine alıştıramayacaksınız.
Belki biraz uzun oldu ama kısaca söylemek istediğimiz şudur aslında; “Başaramayacaksınız”
Çünkü, Türkiye’de SOLUN SONU GÖRÜNDÜ…