Tarih, geçmişi ibretle tezekkür-tedebbür-tefekkürle bugüne taşımakla olur. Yoksa geçmiş-nostalji olur.
Ehl-i Hikmet:
“Geçmişi tezekkür-tefekkür etmeyenler, onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar,” der.
Dini ve milli hissiyatlarımızı diri tutmalıyız ki iman ve islamımızı muhafaza edelim de kaybetmeyelim onu.
“Allahım islamı bize verdikten sonra onu bizden söküp alma.” (Hş)
Bugün müslüman olduğunu söylediği halde geçmişten bugüne İslam’a ve islam peygamberine hakaret edenlere kayıtsız kalmak da neyin nesi. El insaf! İman, küfürden teberri gerektirir.
Vicdanlı gayrı müslimler bile islamı ve peygamberini savunuyorlar yahu! Bakınız Finlandiya Dışişleri Bakanı ne diyor?
“Anlamıyorum! Siyahlarla dalga geçtiğimizde buna ırkçılık diyoruz, Yahudilerle alay ettiğimizde buna antisemitizm diyoruz, kadınlarla alay ettiğimizde buna cinsiyetçilik diyoruz, Müslümanlarla alay ettiğimizde buna konuşma ve fikir özgürlüğü diyoruz.. “
İslam alemine içten-dıştan dikte edilen “Peygambersiz İslâm” projelerini çökertmek için Alemlere rahmet Efendimiz (s.a.v)’i hakkıyla tanımak, anlamak, mesajını yaşayıp yaşatmak çok ama çok önemli dini bir vazifedir her müslümanım diyen kimseye.
Batı’nın İslam-Hz. Peygamber’e dair tarihini bilmek bugünü anlamanın anahtarıdır.
Tanıyalım o zaman ehli küfrün asıllarını nesilden nesile tevarüsen İslam’a ve islam peygamberine nasıl herfırsatta saldırdıklarını ve neticede aldıkları sözlü-fiili ilahi cevabları.
Bir def’asında Kureyş müşriklerinden ileri gelen bir taife bir defasında Kabe’nin yanında toplanıp Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i yanlarına çağırdılar. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onların îman etmelerini çok arzu ettiğinden bu ümitle davetlerini kabul etti. Ancak onlar Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’den nübüvvet davasından vazgeçmesini bunun için ne isterse onu vereceklerini, hatta reis olmak isterse reis yapacaklarını söylediler. Rasûlüllâh Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in davasından dönmeyeceğini anlayınca da ondan çeşitli mucize talebinde bulundular. Bu talepleri şunlardı:
وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ
“Onlar: ‘Ya Muhammed! Sen bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız’ dediler.” (İsra Sûresi: 90)
اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ
“Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olsun öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtasın.”(İsra Sûresi: 91)
اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً اَوْ تَاْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلاًۙ
“Yahut iddia ettiğin gibi üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allâh’ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin.” (İsra Sûresi: 92)
اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟
“Yahut da altından bir evin olmalı ya da göğe çıkmalısın. Bize okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece göğe çıktığına da asla inanmayız. De ki: ‘Rabbim’i tenzih ederim. Ben sadece beşer bir rasûlüm.” (İsra Sûresi: 93)
Mevlâ Teâlâ Habibine, müşriklere nasıl cevap vereceğini öğretiyor buyuruyor ki:
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا۬ النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ
“Ve de ki, şüphesiz ben (Sizi Azâb-ı İlâhiyle) apaçık korkutucuyum.” (Hicr Sûresi: 89)
Bu şu demektir: “Ben ancak bir beşerim, yapılması mukadder olan bir işi yapabilirim. Bunun fevkinde bir şey yapmaya kadir değilim. Ben dağları yuvarlamaya, yerleri yarmaya gelmedim, artezyenci de değilim. Sadece Allâh’ın azabıyla korkutucuyum.”
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ
“(Nitekim o azabı) Taksimcilerin üzerlerine indirmiştik.” (Hicr Sûresi: 90)
O azap hangi taksimciler üzerine inmiştir?
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ
“O kimseler (in üzerine) ki Kur’an’ı parça parça yaptılar.” (Hicr Sûresi: 91)
Kur’an’ı parça parça etmeye cüret eden kimseler Yahudiler ve Hristiyanlardır. Bunlar Tevrat’ta ve İncil’de işlerine gelen ayetleri kabul etmiş, kendilerine uygun bulmadıklarını da değiştirmişlerdi. Bunun gibi Kur’an-ı Kerim’i de parçalamak istemişlerdi. Onlar: “Kur’an’ın bir kısmı haktır. Tevrat’a, İncil’e uygundur. Bir kısmı da batıldır, çünkü Tevrat ve İncil’e aykırıdır.” demişler. Kur’an’ı hak ve batıl olmak üzere bölüp ayırmışlardır.
Bir başka rivayete göre parçalamaya cüret edenler Mekke müşrikleridir.
Müşriklerin reislerinden biri olan Velid bin Muğıre Hac Mevsimi’nde kırka yakın veya on iki şahsı Mekke’nin yollarına taksim etmişti. Bu şahıslar Mekke’ye etraftan Hac için gelenlerle görüşüyor, Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) aleyhinde konuşuyorlar. “Sakın onun sözlerine inanmayınız. O mecnundur” diyorlardı. İşte bunlar o Kitab-ı Mübin’in ayetlerini parçalamak istiyorlardı. “O ayetler birer sihirdir, birer iftiradır. Evvelkilerin hallerini hikaye eden birer şiirdir” diyorlardı.
Moğallarda Bağdat kütüphanelerindeki tüm eserleri Dicle nehrine dökmüşlerdi. Öyle ki Nehirin günlerce mürekkeb aktığı söylenir. Keza ülkemizde harf devrimi olmuş Kur’an okumak okutmak, arap harfleri ile yazmak okumak yasak edildi. Yüzyılların birikimi değerli eserler arapça diye kimisi yakıldı kimisi denizlere döküldü kimisi kesekağıdı yapıldı vs
"Harf Devrimi, İslâm Kültüründen Kopmak İçindi"
Harf devriminin baş yürütücülerinden İsmet Paşa ise, daha sonra yayımladığı "Harf İnkılabı Anıları'nda Bernard Lewis'in ortaya koyduğu gerekçe ve hedefleri daha da açarak harf inkılâbının tek kelimeyle " İslam kültüründen Kopmak" için yapıldığını açıkça itiraf ediyordu.Ulus Gazetesinin 13-15 Nisan 1969 tarihlerinde yayımladığı "İsmet İnönü'nün Harf İnkılabı Hatıraları" başlıklı tefrikada , İsmet Paşa İnkılabı'nın niçin yapıldığı sorusuna şöyle cevap veriyordu:"...Harf İnkılâbı sadece okuyup-yazma kolaylığı için yapılmamıştır. Harf İnkılabı'nın biz kültürümüzü değiştirmek için yaptık... Arap kültüründen kurtulmak için yaptık. Artık eski yazıya dönülmeyecektir. Bunun manası artık eski kültürle bağımız kalmadı, demektir.
Dini ve tarihi cihetinin yanında harf inkılabı, dünyanın ilm ve fende yarış içinde olduğu bir devirde bütün ilmi muktesabatın (matematik, hendese, elektrik, fizik, tıp, kimya, ... kitaplarının ve makalelerin) çöpe atılması demektir.
İşte bir örnek!
Bir Münevver zat anlatıyor:
“Cumhuriyet döneminin harf devriminden sonra sahaf kitaplara yani eski kitaplara karşı aşırı bir düşmanlık oldu. Bakın mesela size birşey anlatayım; Kimden anlatıyorum Profösör Kasım Güven eczacılık fakültesinin dekanı 80 li yıllarda.
Balatta bir kütüphane ağzına kadar eski Osmanlıca, Arapça kitap dolu. Yetkili birisi bir tane kanı arabası kiralıyor at arabası yani. Para veriyor, bunları boşalt Haliç'e at, diyor. O adam da o kitapları yüklüyor arabasına Haliç'e atıyor. Bir seferinde de bunu Avusturya sefiri görüyor. Bu kitapları bana satar mısın diyor? Adam zaten atmaya götürüyordu onun da canına minnet. Sözün kısası sefir 15 liraya bir araba kitabı alıyor. Ve o kitaplar içerisinden ne çıkıyor biliyor musunuz? Ne çıkıyor dersiniz? Dünya'da tek bir nüshası olan İbn-i Sina'nın kendi eliyle yazdığı El-Kanunu Fittıb. Dünya'da tek bir nüshası olan İbn-i Sina'nın kendi eliyle yazdığı tıp kitabı. Adam alıyor onu Avusturya'ya götürüyor. Bugün o kitap Viyana müzesindedir. Profösör Kasım'ın anlattığına göre diyor ki; Biz eczacılık fakültesi olarak, Türkiye devleti olarak bir kopyasını istedik vermediler bize. Niye versinler ki? İyi de etmişler sen malına sahip çıkma.
Ben çocukluğumda yaşadım onu. Çok fazla birşey yok yani evinizde bir Arapça Kur'an veya bir Arapça kitap oldu mu suç olarak alıp götürüyorlardı sizi. Böyle dönemler yaşadık. Öyle dönemlerde kimisi korkusundan kitapları yaktı, kimisi gömdü onları, kimisi denize attı onları, kimini de yakalandı hapse attılar. Dolayısıyla büyük bir hazinemiz böylece telef oldu. Ya yurtdışına kaçtı, ya ben gururuma yediremiyorum.”
Ne oldu islama ve islam peygamberine savaş açanların sonu?
Öğrenelim Rabbimizden;
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
“Rabbine andolsun ki elbette mutlaka onlara topluca soracağız.” (Hicr Sûresi: 92)
Cenâb-ı Hak onlara neden soracak?
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“(Dünyada) Yapar oldukları şeylerden.” (Hicr Sûresi: 93)
Bu ayet-i celîle ile Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini parçalamak isteyenleri tehdit ediyor.
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
“Artık sen emrolunduğun şeyi başlarını ağırtırcasına izhar et ve müşrik olanlara aldırış etme.” (Hicr Sûresi: 94)
Cenâb-ı Hak buyurmuş oluyor ki:
“Habibim emrolunduğun şeyi onlara tebliğ et, izhar et. Öyle ki senin açıklamalarına karşılık vermek için kafaları yorulsun. Sen ayet-i kerimeleri bildir, onların sana karşı taarruzlarına, levmlerine aldırma. Onları Bana bırak.” Zira:
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ
“Şüphe yok ki Biz o müstehzilere karşı sana yeteriz.” (Hicr Sûresi: 95)
Kimdir o müstehzîler?
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
“Onlar ki Allâh-u Teâlâ ile beraber ilâh edinirler. Artık yolunda bileceklerdir.”(Hicr Sûresi: 96)
Rivayete göre bu ayet-i kerime Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e eziyet etmekte ve onu alaya almakta ileri giden müşriklerin önde gelenlerinden beş kişi hakkında nazil olmuştur. Allâh-u Teâlâ bunları aynı günde helak etmiştir.
Bunlardan biri el Âs bin Vâildir. Bu şahıs Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in arkasında burnu ve ağzıyla hareketler yapıyor, Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i alaya alıyordu. Yağmurlu bir günde bineği üzerinde iki oğluyla birlikte sefere çıktı. Mekke’deki vadilerden birinde konakladılar. Ayağını yere basınca beni yılan soktu dedi. Araştırdılar. Fakat hiçbir şey bulamadılar. Ayağı şişti deve boynu gibi oldu ve oracıkta öldü.
İkinci müstehzî el Haris bin el Kaystır. Bu da tuzlu bir balık yedi. Vücudunu şiddetli bir hararet sardı. Su içe içe karnı patladı ve bulunduğu yerde öldü.
Üçüncü kişi el Esved bin Abdi Yeğûstur. Bu adam ailesiyle birlikte yolda gidiyordu. Kendisine şiddetli bir ateş geldi sonunda kömür gibi kapkara oldu. Bu kişi Müslümanları görünce arkadaşlarına “Bakın bakın kisraların ve kayserlerin mülküne varis olacak yeryüzü hükümdarları geliyor” derdi. Sahabelerin elbiseleri eski, yaşantıları da meşakkatli olduğundan böyle söylerdi.
Dördüncü kişi, el Esved bin el Muttalip bin el Haristir. Bu melûn, oğluyla birlikte ağacın dibinde oturuyordu. Cebrail Aleyhisselâm geldi ve ağacı başına vurmaya başladı. Oğlundan yardım istediğinde oğlu: “Sana ilişen hiç kimseyi görmüyorum. Kendinden başka sana bir şey yapan yok” dedi. Böylece el Esved de olduğu yerde ölüp kaldı.
Beşinci bedbaht ise el Velid bin Muğıre idi. Bu adam Halid bin Velid’in babası, Ebû Cehil’in de amcasıydı. Salınarak ve böbürlenerek yola koyulmuşken ok yapan bir adamın yanında durdu. O esnada elbisesine bir ok takıldı, kibrinden dolayı birden dönüp de oku üzerinden atmadı. Ridâsının ucunu omzuna almak üzere çekti. İşte bu esnada bir damarına saplandı ve damarını kesti. Kan kaybından öldü.
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ
“Andolsun ki biliyoruz. Söyledikleri şeyden dolayı senin göğsün muhakkak ki darlanıyor.” (Hicr Sûresi: 97)
“Yâ Muhammed!... (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) O alaycı kâfirlerin söyledikleri sözlerden, o Kur’an-ı Mübin’i inkâr etmelerinden dolayı sen üzüntü içinde kalıyorsun, göğsün daralıyor. Biz biliyoruz ki bu, beşerî fıtratının îcabı oluyor. Sen yine sabret ve sebattan ayrılma.
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ
“Sen hemen Rabbi’ni hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” (Hicr Sûresi: 98)
Cenâb-ı Hak alay edici kâfirlere karşı Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in sabretmesini, kendisini zikrullaha ve namaza vermesini emir buyuruyor.
Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) daraldığı zaman:
اَرِحْنِى يَا بِلَالُ
“Ey Bilal! Beni rahatlat” der, namaza koşardı.
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَق۪ينُ
“Ve sana ölüm gelinceye değin Rabbi’ne ibadet et.” (Hicr Sûresi: 99)
Hayatta sağ olduğun müddetçe bir an olsun aksatmadan kulluğa devam et. İnsanoğlunun ameli ancak öldüğü zaman kesilir ve artık geriye sevabı kalır. (Sohpetler)