Mevlid-i Şerif Gecesi, Kadir Gecesinden daha üstündür, faziletlidir ve efdaldir.
Peygamber Efendimizin [sallallâhu aleyhi ve sellem] kabr-i şerîfinin bulunduğu Ravza-i Mutahhâra'yı Kâ'be-i Muazzâma'dan, dünyaya teşrif gününün gecesi olan Mevlid-i Şerîf'i de Kadir Gecesi'nden daha efdal ve faziletli sayan birçok âlim ve arif vardır.
Haremeynin Muhaddisi Allame Seyyid Muhammed Alevî el-Malikî Hazretleri bunun sebeblerini beyan sadedinde buyurur ki:
(A) Nebî [s.a.v] Efendimizin âlemleri doğumu ile şereflendirdikleri gece olan Mevlid Gecesi, Kadir Gecesinden faziletlidir Çünkü, Kadir Gecesi, Nebî [s.a.v] Efendimiz'e ihsan edilenler cümlesinden -ihsan edilenlerin içinde- olmakla şereflenmiştir.
Yani, Kadir Gecesi, Râsûlullâh ile şereflenmiştir. Şerefine [s.a.v] hediye edilenin vakti [Kadir] şerefin sahibinin vaktine [Mevlid] erişemez.
(B) Muhakkak ki, Kadir Gecesi, meleklerin o gecede dünyaya inmesi ile şereflenmişken; Mevlid Gecesi, Nebî Aleyhisselatü ve's-Selam'ın beden olarak zuhuru ile şereflenmiştir.
Mevlid gecesinin kendisi ile şeref bulduğu şahıs [Nebî] Kadir Gecesinin kendisi ile şeref bulduğu şahıstan [Cebrail ve diğer Melekler] sahih ve razı olunduğu üzere daha üstündür. Buna binaen Mevlid Gecesi, Kadir Gecesinden daha faziletlidir.
(C) Muhakkak ki, Kadir gecesinde sadece ümmet-i Muhammed için bir fazilete ermek vaki olmuşken; Mevlid gecesi ile tüm mevcudat ve valıklar için fazilete ermek vaki olmuştur.
Şöyle ki, O, sallallahu aleyhi ve sellem, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, onun sebebi ile ondaki nimet tüm mahlûkata umum olmuş ve Nebî sallahu aleyhi ve sellem kıyamet gününde de bütün ümmetlere şefaat edecektir...
Bütün bu sebepler nedeniyle onun doğumu, Mevlid Gecesi, ümmet-i Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme özel olan Kadir Gecesinden fayda olarak daha umum ve mahiyet olarak da daha yücedir. Kadir Gecesi ve onun dışındaki faziletli her gece Peygamberimizin [s.a.v] doğumunun meyveleridir ve Nebî [s.a.v] o gecede âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Nebî [s.a.v]; "Ben hediye olunmuş bir rahmetim" buyurmuştur. O zaman Mevlid günü hediye günüdür, Rabbimizin hediye günü de büyük bir fazilete sahiptir.
(D) Kadir gecesinin fazileti hakkında varit olan hadis-i şerifler ve ayet-i kerimeler, Kadir Gecesinin kendisinde Kur'an-ı Kerim indiğine, onun bin aydan daha hayırlı olduğuna ve onda Cebrail Aleyhisselam ile birlikte meleklerin yeryüzüne indiği mübarek bir gece olduğuna kesin delil durumundadır. Ancak onun mutlak/genel manada tüm gecelerden daha faziletli olduğuna kesin delil ve nass durumunda değildir.
[ez-Zehairû'l-Muhammediyye/Sf.48-50]
2-HANGİSİ DAHA FAZİLETLİ?
MEKKE Mİ MEDİNE Mİ?
“Mekke, Medîne'den daha üstündür; tercih edilen görüş budur, ancak Peygamber Efendimizin uzuvlarını içeren toprak parçası, o mutlak olarak Ka'beden, Arştan ve Kürsiden, (bir başka rivayette de Beytü’l Mamurdan) daha efdaldir. Onun kabrini ziyaret mendubtur, ...vaciptir de denmiştir."
[Reddû'l-Muhtar/Cilt 2/Sf.689]
Şemsûddin eşŞamî [Sebili'l-Huda ve'r-Reşad] adlı kitabında der ki:
"Hiç şüphe yoktur ki, Peygamberimiz yaratılmışların en üstünüdür. Allah'ın yaratmış olduğu şeyler arasında Allah katında ondan keremli kimse yoktur, ne alemi süfli de, ne alemi ulvi de..."
İmam Nevevî, Sahih-i Müslim şerihinde: "Peygamber efendimiz buyurmuştur: 'Ben kıyamet gününde adem ogullarının efendisiyim. Kabrinden ilk çıkacak kişiyim, ilk şefaatçi ve ilk şefaat olunanım.' bu hadis Peygamber Efendimizin diğer mahlukatin tamamına büyüklüğünün delilidir..
3-HANGİSİ DAHA FAZİLETLİ?
YERYÜZÜ MÜ GÖKYÜZÜ MÜ?
İmam Nevevî der ki: "Cumhur, semanın arzdan üstün olduğu görüşündedir. Ancak bundan, Peygamberin bulunduğu mevzileri -kabri- ayırmak gerekir zirâ bu hususta(onların kabirlerinin bulunduğu toprak Kabe’den de üstündür) bu hususta ulemanın kavli ve icma'ı vardır."
[Reddû'l-Muhtar/Cilt 2/Sf.688]
Resûl-i müctebâ hem rahmetenli'l-âlemîn
Bende medfûndur deyû eflâke fahreyler zemîn
Ravzasın idüb ziyâret¸ dîdi Cibrîl-i Emîn
Hâzihi Cennât-i adnin fedhulûhâ hâlidîn”
NAT’I ŞERİF
Germiyanoğlu Yakub Bey’in nedîmi ve tabîbi olan ŞAİR Şeyhî’nin naat-ı Şerif’i
يا خاتم الرسالة يا أشرف الورى
أنت الذي تفرد باالعز و العُلى
Yâ hâtime’r-risâleti yâ eşrefü’l-verâ
Ente’llezî teferrede bi’l-‘izzi ve’l-‘ulâ
(Ey risâlet mührü(risalet yüzüğünün kaşı, risâletin sonu) son Nebî, ey yaratılmışların en hayırlısı, şereflisi; izzet ve fazîlette biriciksin, yegânesin sen.)
Ey fahr-ı halk kimde ola zehre medhine
Çün Hakk dedi “le ‘amrüke” levlâke ve’d-Duhâ
(Ey yaratma kudretinin sahibinin ve yaratılanların kendisiyle övündüğü, senin medhinde kim yiğitlik edebilir, kimde o cesaret var ki, senin için Allah, “ömrüne yemin olsun”, “sen olmasaydın”, “sabah aydınlığına, yüzünün nuruna yemin olsun” buyurmuştur.)
Rahmân iken mu’allimin ümmî kodun adın
Sultân iken dü-kevne kabâçen durur aba
(Muallimin Rahman olan Allah ise de sen kendini, (ilim için okuma yazmaya ihtiyaç duymayan mânâsına) ümmî diye bildirdin. İki âlemin de sultânı olduğun halde üstüne bir parça yünden giysi edindin.)
Sâyen hakîr toprağa salsayidi şeref
Her zerre gün gözüne olur idi tûtiyâ
(Eğer gölgen olsaydı ve lutfedip alçaktaki, hakir toprağa bir kez düşüp şeref verseydi, toprağın her zerresi, güneşin gözüne sürme olurdu.)
Tahte’l-livâna Âdem “men dûnehû mutî’”
Fahr anlara kim eylediler sana iktidâ
Senin
(livaü’l-hamd sancağın altında toplanan Adem ve O’ndan sonra gelip itaat edenler, (peygamberler) ne kadar övülseler az gelir ki, sana iktida eylemişler, sana uymuşlar, sana tabi olmuşlardır.)
Adının iki harfine eyler işâreti
Anda ki yedi yerde Hudâ andı mîm ü hâ
(Kur’an’da Cenab-ı Hakk’ın yedi sureye ve Mim ve Ha harfleriyle (Ha-mim) başlamasında muradı, seni anmaktır. Çünkü Senin isminin iki harfidir Mim ve Ha’dır. Senin isminde geçen Mim ve Ha harflerine (MuHammed, AHMed, MaHMud) Cenab-ı Hakk yedi surenin ilk ayeti olarak yer vermiş, pek şerefli Kur’an’da seni isminle de anmıştır.)
Hulkuna çünkü Hâlık-ı a’zam dedi azîm
Lâyık halâyık eyleye mi hulkuna senâ
(Senin yaratılışına, ahlakına; a’zam olan yaratıcı Allah, “inneke leala hulukin azim” Şüphesiz sen azim bir yaratılış, hulk-u ahlak üzeresin [Kalem:4] buyurdu. Şu halde, diğer yaratılmışların seni övmesi, lâyıkıyla senâ etmesi mümkün müdür? )
Erdi nebât u ma’den ü hayvâna da’vetin
Kim oldu şâhidin şecer ü üştür ü hasa
(Senin davetin, cemâdâta, nebâtâta ve hayvânâta dahi ulaşmıştır ki, ağaç, taş, deve ve bağ- bahçe sana şahitlik etmişlerdir.)
Bağlansa emrine n’ola şems ü kamer kemer
Nûrunla buldu neşv ü nemâ bu iki hod-nümâ
Senin emrine kemer bağlasalar, güneş ve ay sana hizmetçi olsalar çok görülmez. Çünkü, o ikisi de kendini açığa çıkaran, gösteriş meraklısı; ancak senin nurundan neşv ü nema bulmuşlardır. Zirâ yüzün nûrundan almışlar felekler şems ile mâhı…
MÜNACAAT
Her dem sana vü âline Hak’tan hezâr bâr
Cân u cihân dolusu salât u selâm ola
(Her dem, an be an, sana ve ehl-i beytine Hakk’tan; sayılamayacak kadar, canlar ve cennetler dolusu salat ve selam olsun.)
Şeyhî amelden ere çü üryan eşiğine
Kaddine hâk-i âl-i abâdan buyur kabâ
(Bu Şeyhî, amelden ibadet ve taattan çıplak, kulluktan yoksun olarak huzuruna geldiğinde sen onun üstünü ehl-i beytinden (bir parça toprak ile dahi olsa) örtüyle örtmeyi lütuf buyuruver!)
Lütfundan et meded bu günehkâra anda kim
Füccâra dön dîn-ile vü ebrâra merhaba
(Fâcirlerin ayak altında kaldığı ve iyilerin merhaba ile karşılandığı o anda, sen bu günahkar Şeyhî’ye de lufundan meded ü inayet eyle.)
Ey hâce kime yalvarayın ben gedâyiçin)
Sen şâhdan şefâat umar hâce vü gedâ
(Ey hâce, bu zavallı ben kime yalvarayım ki, hoca da köle de, fakir de zengin de sen şahtan şefâat umar!)
Men etme teşneden katarât-ı terahhumu
Çün menba-ı keremsin ü ser-çeşme-i sehâ
(Terahhumunun, merhametinin katrelerinden ben susamışı, susuzu da men etme ki sen kerem pınarısın, kaynağısın, cömertlik çeşmesinin başısın!)
Şart-ı şefâat ümmete cürm ü günah ise
Çoktur bu derd bizde demidir k’ire devâ
(Eğer ümmetine şefâat etmenin şartı cürm ü günah, hata ve ayıp etmek ise, işte bu bak hata, ayıp ve günah derdi o kadar çokdur ki bizde, tam senin devana layık derde sahibiz biz!)
Yâ Rab be-hakk-ı nûr-ı Muhammed ki pertevi
Doldurdu yer ü göğü kamu nûr ile ziyâ
(Ya Rabbi, Muhammed’in(sav) nurunun parlaklığı hakkı için (ki yer ve gök baştan aşağı nur ve ziya ile dolmuştur)
Koma bizi cihân zulemâtında dâllîn
Nûr ile müstakîm sırâtına ihdinâ
(Bizi bu fani dünyanın karanlıklarında bırakma. Nurun ile sırat-ı müstakim’e hidayet eyle, dosdoğru yoluna ulaştır. Amin Yâ Muîn bi hürmet-i Al-i Yâsîn)