Şiir, geçmiş ile gelecek arasında kurulan bir köprüdür. Geçmişin tarih belgesi, aynası, geleceğin de el feneridir. Şairin her anı köprüyü geçiyormuş edasındadır ve yaşarken yazdıklarıyla da tarihe not düşmüş olur. Şairin bu duruşu hem geçmiş hem de geleceği görecek şekilde konumlanmıştır. Geçmişi görerek gelecek ile ilgili öngörüleri de kayda düşer.
Edebiyatımızın geçmişine baktığımızda eski çağlardan beri söylenegelen savlar, sagular bize tarihi kayıtlar olarak ulaşmıştır. Bunlara bakarak bir devre ışık tutmak mümkündür.
Halk ozanlarımızın doğaçlama yoluyla dile döktükleri eserleri şimdi türkü diye zihinlerimizde yer tutmuştur. Karacaoğlan’dan Köroğlu’na, Dadaloğlu’na uzanan bir kültür birikiminin meyvesini şu gün hala yiyor olmamız şiirin en güzel köprü olduğunun göstergesidir.
Şair, bireyden bireyselliğe, oradan da topluma ulaşarak yaşanan ve yaşanılacak olanı özlü sözlerle dizelerle buluşturur. En çok da yaşanılamayanların tercümanıdır. Yürekte gizli kalanın... Aşkın yürek burkan hallerini dizelerine nakşederek gözümüzü nemlendirendir şair.
Yarım kalınmışlığın, eksikliğin, esrikliğin, kalemin dahi dile almaktan korktuğunun en cesur savaşçısıdır şair ve bunların hepsinin ev sahibidir şiir.
Geçmişte yaşanılan her ne ise, iyi veya kötü, bir çırpıda silip atmak maça çıkacak olan boksörün gerekli tüm antrenmanları ve çalışmaları yaptıktan sonra ringin önüne kadar gelip de ringe çıkmaktan vazgeçmesi gibidir. Geleceğe dair hesabını yitiren insan geçmiş ile bağlarını koparmış, gemileri yakmış, köprüleri yıkmış demektir. Geleceği inşadan korkarken geçmişi de inkâr boyutuna yönelir.
İşte tam da burada devreye bir şiir girer ve sazı eline alarak insanın geçmişinde yaşadığı her ne ise onu gözler önüne sererek gelecek için yeni yol haritaları ve kılavuzlar çizer. Şiir, insanın yaşaması için geçmişten aldığı rüzgâr ile geleceğe sağlam adımlar atar. Bunu bir kaç özlü ifade ile bir şamar misali suratımıza vurmaktan çekinmeyen erleri şairler olan kocaman bir ordudur şiir.
Divan Edebiyatımıza baktığımız zaman sadece şiirin değil sözün ve ahengin en derin gücünü görmemek mümkün değildir. Hem şiir yazacaksın, hem derdini anlatacaksın, hem muhatabının anlamasını sağlayacaksın, hem az sözle çok şey ifade edeceksin hem de tüm bunları yaparken bir kalıp dâhilinde ustaca yapacaksın. Nihayetinde de ortaya konulan eser yüzyıllar boyu bir tarihe ışık tutmuş olacak. Ne zor bir eylem.
İşte bu eylemin mimarları Yunus Emre’dir, Mevlana’dır, Fuzulî’dir, Bakî’dir, Nef’î’dir, Şeyh Galib’dir, Nedîm’dir ve daha niceleridir. O zamanlar kaleme aldıkları şaheserler, günümüzde hala ilk günkü lezzetiyle okunmakta ve yaşamımıza güzellikler katmaktadırlar.
***
Öyle bir devlet düşünün ki padişahından sadrazamına, vezirinden bilim adamına, âliminden doktoruna varana kadar her biri şiir yazmış olsun ve şair yürekli olsun. Ne büyük bir güzellik. İşte böyle bir letafetin merkezinde bir imparatorluktu Osmanlı.
Yavuz Sultan Selim Han’ın şu iki dörtlüğü akılları zorlayacak bir ihtişama sahiptir:
“Sanma şâhım / herkesi sen / sâdıkane / yâr olur
Herkesi sen / dostun mu sandın / belki ol / ağyâr olur
Sadıkâne / belki ol / âlemde bir / serdar olur
Yâr olur / ağyâr olur / serdar olur / didâr olur”
“Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek
Giryemi füzun eşkımı hun etti felek
Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek”
Avnî mahlaslı İstanbul Fatihi Sultan Mehmet Han’ın, Muhibbî mahlaslı Kanunî Sultan Süleyman’ın şiirleri bu köprünün en güçlü ayaklarıdır. Cihan padişahlarının cenk meydanlarında cengaverliklerinin yanında ne kadar naif bir kalbe sahip olduklarının da göstergesidir. Hele ki Bâyezid’ın babası Sultan Süleyman’a şiir yazarak ondan af dilemesi ve Kanunî’nin de oğluna şiirle cevap vermesi tarihin şaheserleri arasındaki yerini almıştır.
İki şiirin de son iki beyitleri şöyledir:
Bâyezid:
“Tutalum iki elüm başdan başa kanda ola
Bu meseldür söylenür kim kul günâh itse n’ola
Bâyezid’ün suçını bağışla kıyma bu kula
Bî-günâham Hak bilür devletlü sultanum baba”
Kanunî:
“Tutalum iki elüm başdan başa kanda ola
Çünki istiğfar idersün biz de afv itsek n’ola
Bâyezidüm suçını bağışlaram gelsen yola
Bî-günâham dime bari tevbe kıl cânum oğul”
Bunlar şiirin güzelliğinin ve hakikatinin en güzide örnekleridir
Bir şiir aslından kopuk olunca ne ruha dokunabilir ne iç dünyamızda romantik bir yolculuğa çıkarabilir bizi. Geçmişine bağlı olan şiir ruhun aynasıdır. Bu köprüyü kurabilenler ise gerçek şairlerdir. Şiir günlük kaygıların derdiyle dertlenmez. O, acının da aşkın da hüznün de mutluluğun da büyüklüğüne taliptir.
Şair, asırlar ötesinden gelip ebediyete kadar sürecek olan bir kervan yolculuğunun rehberi olan şiirlerini insanlığın en baki köprüsü kılabilmenin uğraşı içerisindedir. Bu köprünün mimarı olabilenler hakikî şairlerdir.
Hakikî ve hakikat şairlerine selam olsun.
A.Talip KOKTAŞ
Diline, gönlüne sağlık çok güzel bir çalışma.