İyi Günler Güzel Ülkemin Güzel İnsanları
Son dönemde Hadis ve Sünnet inkârcılığı insanlarımız arasında itibar görmektedir. Rabbini, Peygamberini, Kitabını ve de dini bilmeyen, sığ bilgiyle donanmış, kerameti kendinden menkul kişilerden öğrendiği bilgiyle hadis ve sünneti inkâra sürüklenen, dünyevi veya nefsani duygularla, İsteyerek ya da istemeden bu fitne ateşine odun taşıyan, imanı bakımdan sıkıntıya düştükleri gibi ahiretlerini de tehlikeye atmaktadırlar.
Günümüzde Kur’an bize yeter diyerek sünnetin dindeki konumu reddedilmekte, hadisler ve Hz. Peygamberin (s.a.v) sünneti değersizleştirilmeye çalışılmaktadır. 1500 Yıllık İslam tarihinde dinimizi dilden dile, gönülden gönüle günümüze kadar gelmesinde vesile olan Allah dostlarının imanını bir sözle boşa çıkartıyorlar. Bir ayet öğrenince tefsir âlimi, bir hadis öğrenince fıkıh ve hadis âlimi olan bu bilgin insanlar dönüp bir muhasebe yapmalı Abdullah İbn-i Mesud, Muaz İbn-i Cebel, İbnu Şihab ez-Zuhri, İmamı azam Ebu Hanife, İmam Şafi, İmam Malik, İmam-ı Ahmed bin Hanbel, İmam Buhari, İmam Tirmizi’den daha fazla İslami bilgiye sahip olduklarını mı iddia ediyorlar da fetva verme cesaretini kendilerinde buluyorlar. Nereden geliyor bu cesaret CAHİLLİKTEN. Yahudiler Hz. İsa (A.S) tarafından tebliğ edilen dini değiştirip içini boşalttılar, zaten Yahudiliğin içini boşaltmışlardı ortada ne Tevrat kaldı ne de İncil. 1500 yıldır Kuranın içini boşaltamadıkları için farklı taktik kullanıyorlar sahte şeyhler, sapık tarikatlar. Bunların amacı Kuranı anlama ve onun yegâne tefsiri olan Efendimiz (s.a.v) hadis ve sünnetine saldırıp kendilerine kapı açma. Çünkü şunu bilmektedirler ki en cahil Müslüman bile Kur’an’ın bir ayetini inkâr edenin kâfir olacağını çok iyi bilir, ama sünneti bu derecede kavraması, bilmesi zordur. Dolayısıyla saldırılarını Kur’an üzerinden değil, sünnet üzerinden gerçekleştirmektedirler. Rabbime şükürler olsun ki her asırda feraset sahibi Müslümanlar çıkıp bunlara fırsat vermiyor. Onların trenlerine vagon olanlarsa ne yazık kendilerine eziyet ediyorlar nasıl mı? Hani Allah Celle Şanühü hiçbir kuluna eziyet etmez diyorlar ya haklılar O (C.C) eziyet etmez kul kendine eziyet ettirir. Allah Celle Şanühü ayetinde açıkça belirtmektedir tam anlamıyla teslim olunmadıkça iman olmaz.
“Hayır! Rabbin hakkı için onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk dahi duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa Süresi, 65)
Tatbikî Kur’an-ı Kerim bize yeter Allah Celle Şanühü Kur’an-ı Kerimi dosdoğru yolu göstermek, Allah’ı (C.C.) tanımamız, düşünüp anlamamız, doğru ile yanlışın ayrılması, kendisiyle hükmedilmesi, cennetle müjdelemek, şerefimizi kazanmamız, kendisi vasıtasıyla cihat etmemiz, Allah’ın azabına karşı uyarmak, uygulamamız ve ona göre yaşamamız, nasihat almamız, fert ve toplumların meselelerine çare olması, hayırlara ulaşmamız için Efendimiz (s.a.v) vasıtasıyla bizlere gönderilmiştir. Kuran-ı Kerimin en büyük tefsiri Efendimizin (s.a.v) sünnetidir. Çünkü sadece Kur’an-ı kerim açıklamasız öğrenilseydi, Peygamber efendimize, (tebliğ et yeter) denilirdi, ayrıca (açıkla) denmezdi.
Hâlbuki açıklanması da emredilmiştir. “Kur’an-ı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.” (Nahl Süresi, 44)
“Biz bu Kitabı, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye sana indirdik.” (Nahl Süresi, 64)
Unutulmamalıdır ki eğer dinin içinden Peygamberi çekip alırsanız ortada din diye bir şey kalmaz. Allah Celle Şanühü bu dini ve onun emir ve yasaklarını bizlere facebook duvarlarımıza yazarak, tweet atarak ya da evimize posta yoluyla göndermedi. Allah Celle Şanühü Kur’an-ı kerimi Cebrail (as) vasıtasıyla Efendimize (s.a.v) bildirdi O’da (s.a.v) tüm benliğiyle onu anladı, kavradı, yaşadı ve bizlere gelmesinde vasıta olan Sahabeyi kirama anlattı. Şimdi hadis ve sünneti inkâr edince Kur’an-ı Kerimi inkâr etmiş olmuyor musunuz? Kur’an-ı Kerim yalancılıkla isnat ettiğiniz o eller ve diller vasıtasıyla gelmedi mi? o zaman onuda mı uydurdular ya da içine sonradan ayet ilave ettiler. Yoksa bu yolu meşrulaştırıp bir sonraki amacınız Kur’an-ı Kerimi inkâr etmek mi?. Hadislerin içinde uydurma, Efendimize (s.a.v) yalan isnat edenlerin varlığı reddedilmiyor. Büyük İslam Âlimleri bu hadisleri ele almış ve sıhhat açısından sıraya koymuşlar uydurma olanları da belirlemişler. Şimdi birkaç kendini bilmez din adına bu hadisleri dile getirmesi gerçek feraset sahibi Müslümanların ona uyması anlamı gelmez. Bilinçli bir müslüman o hadislerle zaten amel etmez. Bilinçli Müslüman kendisine nakledilen bir hadisi nakil eden güvenilir dahi olsa alıp sorgulamalıdır. Örneğin Hz Ömer (r.a) Kendisi daha önce duymadığı bir hadisi duyduğu zaman bu hadisi en az 3 farklı kişiden teyit ettirmeden hadisle iman etmezdi. Sen dinini öğrenme konusunda ketum olursan neyin ayet neyin hadis olduğunu tabikî bilemezsin. Sonra yerde gördüğün her Arapça yazıyı da Kur’an Zannedersin.
Sünneti inkâr fitnesinin ilki hicri üçüncü asırda yok olmuş sonra hicri on üçüncü asırda oryantalistlerin, gayelerine uygun olarak bu konuyu gündeme getirmeleri üzerine, İslâm dünyasında yeniden alevlendi. İlk olarak İngilizlerin işgali altında bulunan Hindistan’da kendini gösterdi. Burada sünnet/hadis inkârcılığın öncülüğünü oryantalist Sprenger’in arkadaşı ve Kâdıyânîlik’in öncülerinden Seyyid Ahmed Hân yapmıştır.
Seyyid Ahmed Hân’ın (1817-1898) Görüşleri neydi hangi amaçla inkâr ediyordu bir bakalım. Şöyle demektedir: Hz. Peygamberin (s.a.v) sözlerinin tamamı vahiy değildir.
Hz. Peygamber (s.a.v) hayatındaki birçok olayı peygamber olarak değil, devlet adamı sıfatıyla yapmıştır.
Yaptığı işler ve sözleri peygamberlik fonksiyonu ile ilgili değildir. Burada şu ayeti hemen hatırlatalım “Allah ve Resulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için kendiişleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzâb Süresi 36) Zaman ve şartlar değişince Kur’an’ın yeniden yorumlanması gerekir tarzı görüşlerdir.
Ahmed Hân, hadis ehliyle mücadele etmek için Ehl-i Kur’an (!) ekolünü kurmuştur. Ehl-i Kur’an (!) ekolü Grubunun ünlüleri Abdullah Çakralevi (1914), Ahmed Din (1936), Hafiz Muhammed Eslem Ceracpuri (1955) ve Ğulâm Ahmed Perviz (1985). İddiaları şu şekildedir: Hz. Peygamber’e (s.a.v) Kur’an’dan başka vahiy gelmemiştir.
Onun görevi sadece Kur’an’ı tebliğdir. Hemen ayeti hatırlatalım “Kur’an-ı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.” (Nahl Süresi, 44)
Kur’an yeterlidir. Peygamber’in (s.a.v) tefsirine ihtiyaç yoktur. Dolayısıyla Ona uymak gerekmez. Peki, Allah ne diyor? “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa Süresi, 80)
Sünnet ve hadisle amel etmek şirktir.
Hadisler Müslümanların birliğini yok etmektedir. Halbuki bu fikirlerle müslümanlar arasına nifak sokup birliği yok edenler kendileridir.
Hadisler din değil, dinin tarihidir.
Onun (s.a.v) açıklamaları sadece kendi devri için geçerlidir. Bunlarla sadece o devirde amel edilebilir. Sonraki asırlarda bu uygulama son bulmuştur gibi fikirleri vardır.
Kur’an ehlinde (!) bir birlik olması mümkün olmadığı için namazı iki, üç, dört, beş vakit olduğunu savunanlar vardır. Aynı şekilde zekât mallarının miktarı ve zekât şartları konusunda farklı görüşlere sahiptirler. İçlerinden bazıları, sahih hadisleri, bazıları da mütevatir hadislerin dışında kalanları inkâr ederler. İçlerinden marjinal bir grup tamamını inkar eder.
Mısır’da ilk olarak sünnet etrafında ortaya konulmaya çalışılan şüpheleri derleyip toparlayarak bir kitap halinde neşreden ilk şahıs Mahmud Ebû Reyye’dir. Kitabını 1958’de Edvâun ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye ismiyle yayınladı. Ebû Reyye’nin Görüşleri şu şekildedir: Hadis külliyatında sahih diye isimlendirilen hadisler azdır. Hz. Peygamber’in (s.a.v) ağzından çıktığı şekliyle nakledilip bize ulaşan hadislerin sayısı da azlıktadır. Sadece kısa hadislerin bazılarında nadiren aslına bağlı olarak kalmış, birtakım lafızlar bulunabilmektedir. Sahih diye tanımladıkları, nakledilen hadislerin sıhhati, aslında raviler nazarında olup, söz konusu nakillerin kendilerinde (metinlerinde) değildir. Sünnet, Hz. Peygamber (s.a.v) ve sahabe zamanında yazılmamıştır. Ebû Hureyre (r.a) hadis uyduran birisidir gibi benzeri görüşleri vardır.
Ebû Reyye bilgi naklederken tek taraflı davranmış lehte ve aleyhte olan bilgilerden sadece kendi fikri istikametinde olanlarını tercih etmiştir. Örneğin hadislerin kitabeti ve yazmanın nehyi ile ilgili rivayetlerden sadece nehyeden hadisleri delil getirir. Raviler hakkında bilgi veren ve biyografilerinin gerçek biçimde araştırıldığı kitaplar yerine, genellikle halk oturumlarında, eğlenmek için yazılmış hayal mahsulü kitaplara başvurmaktadır. Sünnet gibi önemli bir konunun aleyhine bu kitaplardaki hikâyelerden delil çıkarmaktadır.İşine geldiği zaman uydurma dediği hadisleri delil olarak kullanır. Sünnete mişna tabirini kullanmaktan çekinmiyor. (Yahudilikde Medeni ve Ceza Hukuk'u olan Talmud'un ilk bölümü. Sözlü kanunlar ilk olarak Haham Yehuda HaNasi tarafından derlenmiş ve Mişna adı verilmiştir. Mişna İbranice Şana kökünden gelir bu tekrarlayarak belleme anlamındadır. Mişnalar İbranice kaleme alınmıştır) Şimdiye kadar pek çok hadis âliminin uydurma dediği hadisleri işine geldiği zaman delil olarak kullanıyor. Ayrıca itibar edilmeyen kitaplardan nakiller yapıyor. Hadisleri inkâr ettiği halde esbâb-ı nüzûlle ilgili rivayetleri nakletmekten çekinmiyor. Nakilde tahrif, sözlerinde çarpıtma görülmektedir. (Kaynak: Hadis İnkarcıları ve Görüşleri www.islam-tr.net)
Ebû Reyye’yi özellikle anlattım çünkü Yaşar Nuri Öztürk’ün Görüşleri bu ekolden gelmektedir şöyle ki: Otuz veya elli hadis dışında kalan hadisler uydurmadır. Sahabe ve âlimler de dâhil olmak üzere Kur’an’a sahip çıkmadıkları için suçludurlar. Kur’an’dan başka kaynak kabul etmek şirktir. Çünkü Kur’an dışında hiçbir kaynağın korunma garantisi yoktur. Miraç hadisi çelişkilerle doludur. Hadisler hicrî iki yüz yılından sonra yazıya geçirilmiştir. Hadisler bağlayıcı değildir. Hüküm kaynağı da olamaz. Çünkü çelişkilerle doludur. Orta namaz sabah namazıdır. Adetli olan kadınlar namaz kılıp oruç tutabilirler gibi kabul görmeyen bu fikirlerle 1980 ve 2000 yılları arası yeni bir Müslümanlık inşa etmeye çalıştı. Unutulmamalıdır ki Y. Nuri Öztürk ölmeden önce bir programda Deistliği övmüş hatta daha ileri giderek Kur’an’ın deistliği meşru gördüğü gibi bir iftirada bulunmuştur. (https://www.youtube.com/watch?v=78AJ6COn0xk)
Şu iki hadiseyle konuyu bitirelim Biiznillah
Eshab-ı kiramdan İmran bin Husayn (Radıyallahü anh), şefaatle ilgili bazı hadisler nakleder. Oradakilerden biri der ki: Siz hadisler bildiriyorsunuz, fakat biz bunlarla ilgili Kur ’anda bir şey bulamıyoruz.
İmran bin Husayn hazretleri buyurur ki: Sen Kur’an’ı okudun mu?
- Evet.
- Kur’an’da sabah namazının farzının iki, akşamınkinin üç, öğle, ikindi ve yatsının farzının ise dört rekât olduğuna rastladın mı?
- Hayır.
- Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden [Eshab-ı kiramdan] öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Peki Kur’an’da kırk koyunda bir koyun, şu kadar devede şu kadar, şu kadar paraya şu kadar dirhem zekât düştüğüne rastladın mı?
- Hayır.
- Öyleyse bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Hac suresinde (Eski evi [Kâbe’yi] tavaf etsinler) ayetini okumadınız mı? Peki, orada Kâbe’yi yedi defa tavaf edin diye bir ifadeye rastladınız mı?
- Hayır.
- Allahü teâlânın Kur’anda şöyle buyurduğunu duymadınız mı? “Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının.” (Haşr Süresi, 7)
Beyhakî Sünen’inde Müsâfir namazı bölümünde, Hz. Ömer’den (radıyallahü anh) bildirir: Hazret-i Ömer’e yolculukta namazın kasr edilmesi, ya’nî dört rekâtlı farzları iki rekât olarak kılmaktan soruldu ve: “Biz, Aziz kitapta korku namazını buluyoruz, fakat seferî namazı bulamıyoruz” denildi. Sorana: “Ey kardeşimin oğlu [yeğenim], Allahü teâlâ bize Hz. Muhammed’i (s.a.v) gönderdi. Biz bir şey bilmeyiz. Ancak biz, Resûlullahın (s.a.v) yaptığını O’dan (s.a.v) gördüğümüz şeyi yaparız. O, seferde, 4 rekâtlı farzları iki kılardı. Onu tebliğ eden Resûlullahdır (s.a.v)” buyurdu.
Her zaman Araştıran, Sorgulayan ve kendisine verilenle yetinmeyen olarak kalın.