Ünlü filozof Tarkan(!) “Başkası olma kendin ol/Böyle çok daha güzelsin” diyordu bir şarkısında. Bir zamanlar herkesin dilinde idi. Devamı zaten malum.
Garip olan da bu ya. Hayat tarzıyla çok başka dünyaların adamı olanlar bile biliyordu o sözleri.
Duymamak mümkün mü? Televizyonu törenle, ibadet eder gibi izlerdik. Ekranlar zaten bunların kıssaları ile doluydu. Neyse, şarkının ilk iki satırından sonrası bizim ilgi alanımızda değil.
Yine, her fırsatta, nutuk atmak için söylediğimiz, ezberlemesi kolay ama uygulaması zor bir söz vardı Mevlana’ya nispet edilen: “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.” diye.
Daha bilge olanlarımızın mutlaka söylediği, iş yerlerimizde asılı olan ve şimdilerde sosyal medya duvarlarımızda sıkça paylaştığımız kısmı ise şu şekilde:
“Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
Bir de ne kendisi kalan ne de başkası olabilenler var. En zoru da onların işi. Almanya’da çalışan vatandaşlarımızdan biri ile sohbet ederken bana şu veciz sözleri söylemişti: “Velhasıl hocam; gittik, çalıştık, kazandık. Hepsi iyi de en kötüsü, aidiyet duygumuzu kaybettik. Almanya’da “Türk” diye; Türkiye’de “Almancı” diye dışlanır olduk.”
Hepimizin nice tanıdığı vardır eminim; sosyal medyada adeta bir evliya figürü çizen ama gerçek hayatta Ebu Cehil safında olan. Bu satırları yazan ve okuyanlar da bu eleştiriden muaf değil tabii… İlk önce kendimize bakmalıyız değil mi?
Olmak ile görünmek tamamen bir hesap işi anlaşılan. Altında yatan bir hesap olmasa insan neden olduğundan farklı olsun ki?
Herkesin bir hesabı var. Zenginin, fakirin, şehirlinin, köylünün, hırlının, hırsızın, arlının, arsızın, delinin, velinin, benim, senin…
Herkesin bir hesabı olur da Allah’ın bir hesabı olmaz mı? Olur şüphesiz. Hem de her an ve her yerde…
Tanrısı madde/sermaye olan güçler, legal örgütlenmeler sayesinde, uluslararası şirket veya vakıf adları ile insanlığı sömürüp duruyorlar mesela.
Sadece örnek olsun diye, Rockfeller Vakfını düşünelim. Görünüşte adeta bir melekler topluluğu. Ama gerçekte dünyadaki savaşların çoğunu finanse eden bir ailenin para ve itibar aklama kuruluşu. İçi dışına çevrilse, gerçekler tersyüz olsa ne pislikler saçılır ortalığa Allah bilir.
Bunlardan her ülkede, her coğrafyada var. Kimi yukarıda ifade edildiği gibi küresel kimi ise daha yerel ölçekli.
En önemli sermayeleri ise insanların hassas olduğu konular. Çevre, çocuk, kadın, din, barış gibi…
Bu hususları sömürerek dünyayı istedikleri gibi şekillendiriyorlar. Ülkemiz üzerinde oynanan oyunları düşünelim:
Gezi olayları, çevre hassasiyeti görünümlü idi ve eylem yaptıkları çevreyi bile harap ettiler. Son yılarda olay olan LGBTİ benzeri eylemler cinsiyet ve kadın hakları görünümlü ama aileyi yok edip kadın ve çocukları başıboşluğa itenler de bunlar. FETÖ dini hassasiyet görünümlü idi ama yıllarca hem dini tahrip edip hurafelerle doldurdular hem de “karıncayı bile incitmez” dedikleri militanları, uçaklarla kendi vatandaşlarını bombalayacak kadar cani idiler.
PKK terör örgütüne bakar mısınız, dillerinden düşmez barış ve demokrasi sözcükleri. Sanki on binlerce masum insanın, kadının, bebeğin katili onlar değilmiş gibi.
Bu tür yapılar, genel anlamda şer güçler, eskiden vardı şimdi de var. On binlerce yıllık insanlık tarihinde bu oluşumlar hiç bitmedi. Kıyamete kadar da bitmeyecek.
Allah, cümlemizi doğru yola iletsin inşallah. Sadıkların yoluna… Şüphesiz “Allah, sâdıklara, sadâkatleri sebebiyle mükâfat verecektir…” (Ahzâb, 24).
Aslında görebilene her şey aşikâr. Genelde dünyaya, özelde ise ülkemize yönelik küresel şer odaklarının saldırıları devam ediyor. Onlara bilerek veya bilmeyerek hizmet edenlere göre her ne kadar bir sorun yoksa da aslında durum oldukça ciddi.
Onlar her an yeni kargaşa planları ve tuzaklar tertip ediyorlar. Ne var ki, “Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal 30)
Bizdeki kafa karışıklığının sebebine gelince;
Tanzimat’tan beri “batılılaşmaya” çalıştık. Dünyaya nizam veren örnek bir millet iken, içimize düşen ihtilaf depremi ile dağıldık. Derken Kurtuluş Mücadelesi ile emperyalizme kafa tuttuk. Ancak ne yazık ki ilimde, fende istediğimiz ivmeyi yakalayamadık. Yakalamaya çalıştığımız her seferinde ise ihanet darbeleri yedik, durdurulduk.
Şimdilerde önlenemez bir yükseliş var. 15 Temmuz ihanet kalkışması bu yükselişi bitirmeye dönüktü. Allah fırsat vermedi ama boş durduklarını söylemek saflık olur. Ekonomik saldırıları ve uluslararası ilişkilerle çökertme gayretleri amaçlarının ayinesi değil mi şer güçlerin?
Aslında bugün artık herkes her şeyin farkında. Hiç kimse boşuna bir tarafta değil. “Bilmiyordum, öyle zannettim” devri kapandı. Ülkemizin bekasına yönelik saldırılarda herkes safını belirlemiş durumda.
İki yüz yıldan beri süren batılılaşma sürecinde ne batılı olabildik ne de doğulu kalabildik.
Kafa karışıklığının da en temel konularda fikir ayrılıklarının da bu yazının bu kadar karmaşık olmasının da sebebi bence bu.
İslamiyet ile Hristiyanlık arasında kaldık nesillerce. Hem hak hem de batıl yerleşti içimize. Yüreğimiz Allah’ın hükümlerine meyletse de nefsimiz hareketlerimizi putlarımızdan yana serfuru ettiriyor. Ne onlar olabildik ne de kendimiz kalabildik.
Şimdi ise bir diriliş belirtisi var. Sürgünden çiçeğe dönen bir diriliş belirtisi…
Bu mesele uzadıkça uzar.
Onun için işin özünün özünü ifade edecek olursak;
Cümleten Good Morning efendiler.