Bazen durup düşünüyorum; bize neler oluyor, diye.
Geçenlerde kızlarımın eğitim gördüğü kız imam hatip lisesinde idim. Bir veli olarak itiraf etmeliyim ki okul her yönü ile harika. Sınıflar yirmi kişilik, akıllı tahtalar aktif, sıralar yeni ve sınıflar pırıl pırıl.
Okul idaresi, okuldaki her öğrenci ile birebir ilgileniyor ve neredeyse eğitimleri ile ilgili her detaya vakıflar. Hangi çocuğun sınavlarda kaç aldığını, denemelerdeki başarı grafiğini, sınıf ortamındaki derse katılım durumlarını biliyorlar.
Demek ki okulda sağlam bir istişare kültürü var. Bizimkiler bu okulda daha birkaç aylık öğrenci olmalarına rağmen, hangi öğretmene sorsak, kaç yıllık öğrencileriymiş gibi güçlü ve zayıf yönlerini sıralıyor ve her türlü desteği vermeye hazır olduklarını ifade ediyorlar.
Kızlarım, sürekli bir şekilde konferans ve etkinliklerden bahsediyorlar. Okula yazarlar, akademisyenler davet edilerek öğrencilerin ufkunu genişletecek çalışmalar yapılıyor. Okulun pansiyonu da var. Orada kalan öğrenciler ev rahatlığında her türlü imkâna sahip olarak istedikleri gibi ders çalışabiliyorlar. (Görevli aşçılar her hafta elleriyle mantı açıyorlar, düşünün artık…)
Çiğ köfte, çay, sohbet, muhabbet derken sık sık okula gideriz zaten. Ancak bu sefer küçük kızımın sınıfının veli toplantısı için okulda idik.
Yine güzel karşılandık. Yine her türlü bilgiyi rahatlıkla alabildik. Çay içtik sohbet ettik.
Veliler açısından gördüğüm manzara beni biraz üzdü maalesef. Okul idaresi ve öğretmenler ne kadar inançlı, azimli ve gayretli ise; bazı veliler de bir o kadar kararsız, ürkek ve tedirgindi.
Hemen herkes komşularından, çevrelerinden ve özellikle bazı kesimlerden mahalle baskısına maruz kaldıklarını anlatıp durdular.
Ne dediklerinin bir önemi yok aslında. Hep bildiğimiz şeyler. Bu ülkede, bu hep yaşandı ve bugünkü şartlara rağmen, halen yaşanmaya devam ediyor.
Şimdi o arkadaşlara sorsam, onlar size böyle böyle dediler de siz ne cevap verdiniz, diye; yüzde doksan, hiçbir şey demedik, diyecekler. Bunu çok tecrübe ettim.
Hiç unutmam, gezi olayları sırasında bazı arkadaşlarım her gün yanıma gelip, bilmem hangi komşularının, cumhurbaşkanımız hakkında ipe sapa gelmez laflar ettiklerini anlatıp duruyorlardı. O vakitler zaten biz de her an çevremizde ve sosyal medyada psikolojik bir savaş veriyoruz. Gelene gidene cevap vermeye ve ülkemizi savunmaya çalışıyoruz, bir de bizim arkadaşlarımız gelip dolaylı saldırı ile şişirdikçe şişiriyorlardı. Öyle bir noktaya vardı ki çoğunun olduğu bir mecliste artık patladım:
Arkadaşlar, onlar şunu bunu dediler de siz ne cevap verdiniz? Hiç. Adamlara cevap vermek yerine gelip burada bizi şişirmenin ne âlemi var? Bu kadar olay yaşanıyor, burada ne güzel analiz yapıyorsunuz, peki onlara neden bir cevap veremiyorsunuz?
Bir kısmı darılsa da önemli bir kısmı haklı olduğumu ve bunun bir özgüven eksikliğinden kaynaklı olduğunu itiraf ettiler. Açıkçası ben de o eksikliği uzun süre yaşamıştım. Bazen hala da yaşadığım oluyor.
Benim kızlarım da arkadaşlarının zaman zaman bu tür baskılara maruz kaldıklarını ve kendileri ile paylaştıklarını söyleyip duruyorlardı. Derken o toplantıda da yukarıdakine benzer bir tepki vererek velileri cesaretlendirmeye çalıştım.
Değerli okurlar, biz hepimiz bu ülkenin asli vatandaşlarıyız. Sağcısı da solcusu da, şucusu da bucusu da aynı. Herkes devletin sunduğu yasal imkânlar dâhilinde istediği okula gitme ve istediği eğitimi alma hakkına, hürriyetine sahiptir.
Kimsenin kimseye bir baskı yapmaya hakkı yoktur. Ola ki birileri bunu yapıyorsa onlara gereken cevabı vermek de yine bir haktır.
Ama bunun için sanırım, biraz da bizim mahallenin özgüvene ihtiyacı var. İmam hatip okulları veya diğer okullar birbirinin rakibi, alternatifi değildir ki. Hepsi de bizim okullarımız. Öğrencisi bizim çocuklarımız, öğretmeni bizim insanımız. Sadece bir tercih söz konusudur o kadar.
Özetle; yaptığımız işin doğru olduğuna öncelikle kendimiz inanmalıyız ki başkaları da inansın ve güvensin. Yani kusuru öncelikle kendimizde arayalım. Kendimiz ile ilgili yargıyı kendimiz oluşturalım. Başkasının ağzına bakarak bize kılıf biçmesini beklemeyelim.
Bu yazıyı yazarken; bir ara verip sosyal medyada dolanıyordum ki bir ne göreyim. Çok sevdiğim, saydığım ve değer verdiğim, Konya Eğitim Bir Sen İki No’lu Şube Başkanı, Yazar Düşünür Şenol Metin’in bir paylaşımını gördüm. Tevafuk, tam da benim yazının sonucu gibi. Lisede bu ezikliği yaşayan gençlerimizin üniversitedeki hallerini gözler önüne seriyor adeta.
Paylaşım aynen şöyle:
“15 Temmuzda vatanı için canını veren gençlerimiz, üniversite merkezli bir mahalle baskısının tesirinde. Akademide örgütlü bu yapı gençlerimizi karşı mahalleye itmek için her şeyi yapmakta.
GENÇLERİMİZ maalesef, Yükseköğretimde örgütlü müesses nizamın, kendisini bu ülkenin asli sahibi olarak gören Beyaz Türklerin, oluşturduğu kültürel hegemonyanın tesirinde...”
Artık üzerimizdeki şu ölü toprağını atalım mı ne dersiniz?
Yoksa o toprak bizi gömer. Diyeyim ben size…
Âl-i İmrân Suresi 139. Ayeti hatırlatmaya gerek var mı:
“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir.”
Her şeyin başı inanmak.
Selam ve muhabbetle…