EĞİTİM BİR ORDUDUR VE ORDUNUN KABİLİYETİ KOMUTANI KADARDIR
2019 Yılı bütçesi onaylandı ve Hazine Bakanlığı’nı bir kenara bırakırsak (çeşitli kamu kuruluşlarının bütçe açıklarının finansmanına dönük transfer ödeneği de buradan karşılandığı için) en yüksek bütçe 113 milyar Türk Lirası ile Milli Eğitim Bakanlığı’na verildi. 103 milyar Türk Lirası ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi onaylandı. Bu iki bakanlık dışında bütçesi en yüksek olan bakanlık ise 48 milyar Türk Lirası ile Sağlık Bakanlığı oldu. Bu rakamlar dikkate alındığında ülkemizdeki en yüksek bütçenin verildiği iki bakanlığın eğitim ve aile ile ilgili olması önemli ve güzel bir gelişme. Ahlaklı ve kaliteli insan yetiştirmenin en büyük ihtiyaç olduğu günümüz dünyasında bunu başarmanın aile ve eğitimden geçtiğinin bilinmesinin yanı sıra, somut olarak tüm maddi imkânların bu konular ile ilgilenen iki bakanlığın hizmetine sunulması ümit verici bir gelişme.
Maddi tüm olanakların seferber edilmesi bir yana, Milli Eğitim’in misyon ve vizyonu çerçevesinde insan yetiştirmede manevi değerlerin de gücü inkar edilemez. “Bizim zamanımızda bu imkânların hiç biri yoktu. Bizler bırakın bu teknoloji ile okumayı, okula kilometrelerce yürüyerek ulaşıp türlü zorluklarla okumaya çalışırdık” şeklindeki eski zaman tasvirleri hala etrafımızda duyup dinlediğimiz klişeleşmiş cümlelerdir. Günümüzde ülkeyi yönetenler ve devlet görevlileri işte bu tasvirin tam ortasından çıkarak bugün ki konum ve mevkilerine gelmişlerdir. Teknolojinin eğitime henüz uğramadığı, her türlü zorluğun yaşandığı, imkânların çok kısıtlı olduğu o dönemlerden.
Teknolojik gelişmelerin kullanıldığı, tüm imkânlar ile her türlü etkinliklerin organize edilebildiği bir eğitim ortamı elbette kaliteyi artırıcı bir etkendir. Bunu yanı sıra tüm bu teknolojik gelişmelere ve imkânlara rağmen yeniliğe ayak uyduramayan veya ufkunu bir adım ileriye taşımayan, yetersizliğinin farkında olmayan, olup da rahatını bozmayan bir anlayışın ve kitlenin içimizde barındığı da bir gerçek.
Okullarımızı en ileri teknoloji ile donattığımızı söyleyebiliriz. En azından tüm okullarda akıllı tahtaların varlığı birçok öğretmenin zamandan ve enerjiden tasarrufunu sağlamış vaziyette. Bugün köy okullarının teknolojik açıdan merkezdeki okullardan bir farkı kalmamıştır. Ya da bir uçurum olan bu fark oldukça asgariye inmiştir.
Teknik ve donanım olarak iyileştirilen okullarımızda sıra anlaşılan eğitimcilere geldi. Yapılan açıklamalar ve yorumlara bakıldığında eğitim ordusunun yeniden bir eğitimden geçirileceği görülüyor. Tüm idarecilere lisansüstü eğitimin zorunlu tutulacağı hatta öğretmenlerin de lisansüstü eğitime zorlanacağı konuşuluyor. Tabi idarecilikte bu durumun gerekliliğinden ne kadar bahsedersek öğretmenlerin de lisansüstü eğitime zorunlu olarak tabi tutulmasının gereksizliği üzerinde durmamız lazım. Zira öğretmenin ihtiyacı olan şey lisansüstü eğitim değildir. Öğrencinin gönlüne ve zihnine gide yol yine öğretmenin gönlünden ve zihninden çıkar. Diplomasından değil. Lisansüstü eğitime devam etmek bir tercihtir ve bu tercihi doğrultusunda öğretmen kendi geleceği ile ilgili kararını verip olacağı yeri belirler. Ancak tüm öğretmenlerin lisansüstüne yönlendirilmesi eğitime ve şuan ki alt yapıya da terstir. Bunun yerine öğretmenlerin heyecanını artırıcı ve eğitim yöntem ve tekniklerine yönelik eğitime tabi tutulması, eksikliklerinin giderilmesine yönelik hizmet içine dahil edilmesi daha gerçekçidir. Zira heyecan konusu çok önemli bir meseledir. Heyecanını kaybetmiş bir öğretmenden, hatta bir bireyden başarı beklenemez. Bu nedenle öğretmenleri her zaman heyecanlı ve zinde tutmak için yönetimsel olarak da idari olarak da bir takım yeniliklere ihtiyaç duyulmaktadır. Son yıllarda yeni öğretmenlerdeki heyecanın ve özellikle de öğrenciler ile iletişimin üst düzeyde olduğu, hem yöntem ve teknik hem de akademik açıdan eğitime taze kan oldukları açıkça gözlenebilmektedir. Fakat üzerinde durulması gereken bu taze kanın vücuttaki mevcut kan ile birleştiğinde alacağı şekildir. Kendi dinamizmi ile mi akacak yoksa kendini bırakarak akışa mı kapılacak?
Özlük haklarının iyileştirilmesinin yanı sıra öğretmenlerin eğitimdeki duruşlarının da iyileştirilmesi gerekmektedir. Bu iyileştirme de üst makamlarca planlanması gerekli geniş ölçekli bir düzenleme ve iyileştirme ile mümkün olabilir. Maddi olanakların iyileştirilmesi, ek ders sorunlarının çözülmesi, yer değiştirme şartlarının düzenlenmesi, tatil ve çalışma sürelerinin yeniden düzenlenmesi, okul idarecilerinin durumu gibi kanuni çerçevelerle çözülebilecek bu gibi sorunların yanında öğretmenlerin yeterliliğinin belirlenmesi, zamanın şartlarına uyarlanması, eğitimin öneminin yeniden kavratılması ve bunun en önemli parçası olduğunun yeniden hatırlatılması gibi eğitim ile ilgili olmazsa olmazların çözümüne yönelik yine yönetimsel bir sürecin gerekliliği görülmektedir.
Tüm bu iyileştirme, düzenleme ve yenilenme süreci için her kesimin güvenini kazanmış olan Milli Eğitim Bakanımız tarafından ışık da yakılmıştır.
Sözün özü, ülkelerin büyümesinde ve gelişmesinde en önemli ayak eğitimdir ve bu ayağın merkezinde de öğretmen bulunmaktadır. Öğretmen eğitime kendisini ne kadar adarsa, karanlıklardan aydınlığa geçiş de o ölçüde olacaktır. Aydınlık gelecek içinse öğretmenlerin yetiştirilmesi, geliştirilmesi ve bir ordu gibi hareket ettirilmesi gerekmektedir. Ordunun kabiliyeti ise komutanı kadardır.