Bitmeyen ve yeni bir boyutta devam eden saldırıların yaşandığı şu günlerde tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda ve 15 Temmuz’da verdiğimiz milli mücadelenin tekrarlanması gereken ruhaniyeti yaşıyoruz. Küresel teröristlerin açık açık ilan ettikleri ekonomik savaş ortamında her türlü tehdit, şantaj ve ekonomik müdahale karşısında geçmişte göstermiş olduğumuz milli irade ve dik duruşu, yine sergilemekle mükellefiz. Vatan derdimiz ve milli kaygımız bunu gerektirir.
Bunca açıklamaya ve tehdide rağmen ekonomimize yapılan bu saldırılara yüz çevirip krizin sebeplerini sadece ülke içerisinde ve ekonomik politikalarda aramak en hafifiyle saflıktır. Ekonomi bir uzmanlıktır ve bir altyapı gerektirir. Ekonomik parametreleri ve yorumları bir tarafa bıraktığımızda, gelinen şu noktada bir kişinin ekonomiden anlamasa bile bu saldırıyı gör(e)memesi körlük ile başlayıp hainliğe kadar giden sıfatlar içermektedir.
Ben bir ekonomist değilim. Ancak bu ekonomik görünümün sadece ekonomi ile alakalı olmadığını görecek kadar akli melekelere sahibim. Bu operasyonun sadece basit! bir papaz ile sınırlı olamayacağını anlayacak kadar. Sorunların yeni Türkiye’nin diz çökmediğini ilan etmesinden itibaren başladığını görebilecek kadar. Yenidünya düzeninde Türkiye’nin de adının büyük harflerle yazılacağını küresel güçlerin anladığından itibaren düşman kesildiklerini kavrayabilecek kadar. Türkiye’nin yönünü sadece ABD ve Avrupa Birliği’ne değil diğer yönlere çevirebilecek güçte olduğunu gördüklerinde operasyona başlayacaklarını bilecek kadar. Dünya hızla yeni bir küresel savaşa sürüklenirken Türkiye’nin kendi uyduları olarak değil de karşılarına büyük bir güç olarak çıkacağını anladıklarında Türkiye’nin hareket kabiliyetini engelleyecek manevraları yapmaya başladıklarını görecek kadar. Mazlum milletlerin beklediği ve özlediği Türkiye’nin ayak seslerini işittikleri gerçeğiyle yüz yüze geldiklerindeki nasıl çıldırdıklarını izleyebilecek kadar. Diz çöktüremeyecekleri bir Türkiye’nin küllerinden yeniden doğduğunu gördüklerinde topyekün saldırdıklarını sezecek kadar. Gezide, 17-25 Aralıkta, 15 Temmuzda yapamadıklarını ekonomik saldırılarla yapmaya çalışmalarını anlayabilecek kadar. Doların düşmesi için Suriye’den çekilme, S400 alımını durdurma, ABD’nin İran politikasına destek verme, Kudüs davasından vazgeçme, savunma sanayi stratejisinden vazgeçme, Kürt Bölgesi oluşturulmasına izin verme, Kıbrıs çevresinde doğalgaz aramayı bırakma, Türkiye’yi şaha kaldıracak dev projelerden vazgeçme gibi teklifleri sunan ve destekleyen hainlerin çığırtkanlıklarını ve algı ile insanları devlete karşı kışkırtarak yeni bir sokak eylemi oluşturma hevesi güdenlerin hainliklerini görecek kadar. Türk-İslam Medeniyetinin yeniden dünyaya hâkim olacağı korkusuyla İslam’ın hamisi konumunda olup hilafetin yeniden yeşerebileceği tek merkez olan Türkiye’nin sahne alışına karşı kudurmalarını görecek kadar.
Tüm bunları anlamak için ekonomist veya siyaset bilimci olmaya gerek yok. Elini vicdanına koyup aklını çalıştırmak bunları anlamaya kâfi. Gelin görün ki kendi mahallemiz bile vatanseverliğinden şüphe etmediğimiz fakat akli ve vicdani melekelerini çalıştırmadan pervasızca düşünen, yazan ve eleştiren insanlarla dolu. Tüm bu gelişmeleri ve saldırıları hiçe sayarak sadece sorunları ülke içindeki birtakım sorunlara ve ülke ekonomisinin güçsüzlüğüne bağlayarak hareket eden ve sosyal medya araçlarında paylaşarak algıya çanak tutan mahallenin çocuklarının varlığı elbette en üzücü yanı olsa gerek.
Oysa vakit birlik olma vakti. Zaman Küllerinde doğan ve yeniden dünyada söz sahibi olacak olan Türk-İslam Medeniyeti tasavvurumuza sahip çıkma zamanı. Banane Amerikadan deme zamanı. Ülke içerisindeki uygulamalarda eleştirilecek birçok konu olduğu hepimizin malumu. Ancak söz konusunun vatan olduğu yerde gerisinin teferruat olduğu gerçeği unutulmamalı. Yeniden diriliş için yeniden milli mücadele zamanı. Cumhurbaşkanımıza kulak verme, mücadele için elimizden geleni yapma zamanı. Bu millet nasıl ki vatan uğruna Kurtuluş mücadelelerinde canını ortaya koydu, yine vatan uğruna canını ve malını ortaya koymaktan geri durmayacak kadar asil bir millettir. Millet olarak üzerimize düşen ne varsa yapmaya hazır olduğumuz aşikâr. Mademki küresel bir kriz ve topyekün bir saldırı altındayız, o halde elimizi taşın altına koymanın tam zamanı. Daha fazla çalışıp israftan kaçınarak boynumuza vurulmak istenen prangayı elimizin tersi ile itmek yine kendi ellerimizde. Sağlam ve milli bir siyasal ve ekonomik programla bu saldırının da üstesinden gelinecektir. Harcamalarımızı ne kadar tutarlı hale getirirsek israftan da o kadar uzaklaşmış oluruz. Bu da devletin en üst kademelerinden başlayıp en alt birimlerine kadar yayılmakla mümkün olur. Ayrıca ABD ve Avrupa'nın bizim için vazgeçilmez olmadığını (ki asla vazgeçilmezimiz değiller) göstermek için Rusya, Çin, İran gibi diğer alternatiflerin varlığını hissettirmek elimiz güçlendirecektir. Bunun yanı sıra yerli üretim ne kadar artarsa elimiz o kadar güçlenecektir. Nasıl ki Cumhurbaşkanımızın bir kelimesi tüm vatansever halkı sokaklara indirip meydanlara döktüyse; şimdi de bu halka sadece bir talimat yeter. Yeter ki her kademede başlasın bu milli direniş. Sadece tabanda değil, yukarıda da eller taşın altına sokulsun. Biz ölümüne…
Ama en önemli mesele saldırının farkında olmak ve dik durmaktır. Bu toprakların, bu devletin bizim olduğu gerçeğini ruhumuzda hissedip ona sahip çıkabilme isteğini tüm benliğimizde hissetmektir. Mücadelemizin hak mücadelesi, hukuk mücadelesi, milletin değerlerini yüceltme ve kutsallarını yaşatma mücadelesi, Büyük Türkiye mücadelesi olduğu unutulmadan tutum ortaya koymaktır. Tehditlere boyun eğmeyen Büyük Türkiye olduğumuzu tüm dünyaya haykırmaktır.
Ancak dik durursak kazanırız. Ancak inanırsak kazanırız.
Unutmamak gerekir ki Zafer İnananlarındır.