15 TEMMUZ’DA SALÂDAN ÖNCE EZANI ANLAMAK
‘Marifet iltifata tabidir.’gerçeğinden hareketle, hiçbir zaman ‘Müşterisiz yazı zayidir.’ kaygısı gütmeden, sessizce yaşamak ve yaşanılanları yazmak hassasiyetiyle, Yaratan’ın iznini alarak kaleme sarılmak, zamana iz bırakmak, gönüllerde yer açmak amacımızdır. Söz insanı sorumlu kılar. Mükemmel olma arzusu içermeyen yazılı sözün vebali de büyüktür. Çünkü yazılı söz kalıcıdır, daha çok insana ulaşır.
Suda yüzmeyi iyi bilen insan suyun hâkimidir. İyi yüzemeyip sele kapılan insan ise suyun mahkûmudur. Yazı yazarken de endamına uygun sözcük ve söz giysisi giymeyen düşünce, belirsiz bir ürpermeden başka ne olabilir ki?
Rahmet diliyle kalpleri fethetmek, şiddete düşman, rahmet ve şefkatle hayran olmak… Gönül neyi severse, dil de onu şerh edermiş, kağıda da onları damıtırmış.
Ruhun dili, kalbin sesi ve kalemi olmak için, sözcüklerle besteler yapmak ve şahlanan ruha, seslenen bir melodi yapmak o kadar da kolay değildir. Bazen düşünerek yazarım, bazen de yazarken düşünürüm. Yazdıklarımın bazı satırlarında yaşanılan hayatın hararetini bulabilirsiniz. Yazdıklarım ya yüreğimdeki yangının külü ya da içimdeki oluşan fırtınadan, selden kalan kumlar olabilir. Acaba hayatta yaşadıklarımız, hissettiklerimiz aynı dozda diğer insanlar tarafından da fark edilmiyor mu, diye çoğu kez kendi kendime sorarım. Çünkü insan olmakla, sorumlu olmanın eşdeğerde olduğunu bilirim. Yaşadığımız müddetçe iç dünyamıza nizam vermek, düşüncelerimizi düzenlemek, çevremize karşı gözlem kabiliyetimizi geliştirmek, teferruatları görebilmek önemlidir. Bu çerçevede yaşamımıza yeni pencereler açmak, rahat nefes almak, ruhumuzda bazen dostumuza dahi açamadığımız birikenleri kaleme sarılarak, o tertemiz sayfalara dökmek, bizim aynı zamanda nabzımızın attığının belirtisidir. Aksi halde söylenmeyen/yazılmayan her anın kalp ağrısına dönüştüğünü ve hatta sahibini yaşarken de öldürdüğünü biliriz.
***
15 Temmuz’u anlamak, dünyalıklar uğruna çok şeyler kaybetmemek, gözü nemli ve gönlü elemli olmamak için; çağırmak, haber vermek anlamında okunan salâ (sela)’dan önce, dinledikçe yüreğimizin hafiflediğini ve açıldığını hissettiren, bizi başka bir âleme doğru yolculuk yaptıran ezanı anlamak gerekir. Ezan öyle bir nimettir ki; dünyanın hiçbir dilimi yok ki, Yaratan’ın adı anılmış olmasın. Yaratanımız, güneşin mihverini öyle bir ayarlamış ki, geçen zaman ezanla şereflensin.
Yaratanımız, sadece bizim ülkemiz değil, diğer coğrafyalarda da ezan seslerini susturmasın, susturmak isteyenlere de fırsat vermesin. (amin)
Ellerimizi semaya kaldırıp; ‘Ya Rab! Hiç kimseyi vatansız, milleti devletsiz, şehirleri mabetsiz, mabetleri cemaatsiz, minareleri ezansız, bayrakları rüzgârsız, ocakları ateşsiz bırakma.’ diye yalvarmak, yakarmak ihtiyacımızdır. Ne hikmetse insan, içinde bulunduğu nimetin kadri kıymetini yeterince fark edemiyor. Unutulmamalıdır ki; bayraksız milletler, kıyametlerini gözleriyle görürler. Bayrak, vatan senin değilse, sen kendinin değilsin, demektir.
Salâ(sela) geleneği, M.1300 yıllarında Mısır Hükümdarı Melikün Nasr Seyfettin’in emriyle Cuma namazından önce okutulmaya başlamıştır. Bundan sonra bütün İslâm dünyasında bu gelenek yaygınlaşmıştır.
Ezan, sadece Müslümanları ilgilendiren bir olay olmayıp tüm insanlığa hitap eden bir eşsiz bir davettir, bir davetiyedir. Bütün insanlığı kurtuluşa ve mutluluğa çağıran dostça bir sestir. Kararan ruhlara bir şifa, çaresiz kullara kurtuluş umudu, her derde deva olan ezan; ilan etmek, bildirmek, duyurmak, müminleri ibadete ve kurtuluşa çağıran ilahi bir davet ve çağrı anlamlarına gelen dini bir terimdir.
Ezansız geçen coğrafyalara inat, gökyüzüne uzanan birlik sembolü minareler, dalga dalga semalara yayılan ezan, inanç özgürlüğünün hazzını özlem dolu kalplere nakşeder.
Ezan, ismi barış olan İslâm dininin insanlığı gerçek kurtuluşa, özgürlüğe ve barışa bir davettir. Bu yönüyle ezan, sulh zamanında barışın ve kardeşliğin mayasıdır. Savaş anında ise dil, ırk, soy, sop ayırmaksızın Müslümanların çok önemli bir parolasıdır. Ezan, İslâm’ın değişmez bir simgesidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, Müslüman varlığının ve kimliğinin bir göstergesidir.
Ezan okuma İslâm dünyasında fetih ve zaferlerin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Nitekim Mekke’nin fethinden beri, fethedilen her belde de yapılan ilk uygulamalardan biri, fetih müjdesini her tarafa duyurmak için yüksek bir yerde ezan okumak olmuştur.
Ezanın ruhunu anlamayan art niyetli terör örgütleri, ne 15 Temmuz’da ne de diğer zamanlarda hiçbir zaman Mehmetçik gibi olamadılar. Mehmetçik, kendi hayatını tehlikeye atarak, düşman askerini kurtarabilecek kadar, kendi yaralı iken düşman askerinin yarasını sarabilecek kadar, kendi bayat ekmek yerken düşman esirine taze ekmek yedirebilecek kadar insanlığın zirvesiydiler. Ama terör örgütleri ise, savunmasız insanı katletmek, etnik ve mezhep gibi farklılıkları ön plana çıkararak, insanları birbirine düşürmek istemektedirler. Amaçları insanların üzerine ölü toprağı serpmek, uyanışlarını engellemektir.
Bir din, bir düşünce belirli temeller üzerine bina edilir. Bir dini, bir düşünceyi ortadan kaldırmak için, o din ve düşüncenin hasımları (özellikle batı dünyası)tarafından ilk saldırı o dinin veya düşüncenin iman esaslarına yapılır. Ve onu ortadan kaldırma, bozma veya tahrif ederek hedefe ulaşmak onlar için en etkili yoldur. Ve bunları batı, ülkemizde etkili olmaya çalışan bir ağlayan sümüklü ve ekibi tarafından yapmaya çalıştılar. Bu iş sadece bir sümüklünün insanlar önünde vaaz verirken salya sümük ağlamasının işi değildi. Profesyonelce düzenlenen bir oprerasyondu.Batı medeniyetini kuran ve temsil eden güçler teknolojik alanda yakaladıkları üstünlüğü de çok iyi kullanarak Hakk’a ve halka dayanmayan düşünce sistemlerini ve kültürlerini diğer toplumlara zorla ve hileyle kabul ettirme gayretlerini sürdürürler. Batı bugün de farklı yaklaşımlarla Müslüman mahallesinde salyangoz satmadan, bizim silahımızla bizi vurmaya, Müslüman kılığında ağırlıklı olarak soğuk savaş (cemaat adıyla) taktiklerini kullanarak, gerektiğinde ise acımasız sıcak savaş (darbe) yolunu deneyerek dünyamızı özelde de ülkemizi tek elden yönetme planlarını sinsice yıllara yayarak merhale merhale planlarını gerçekleştirerek, uygulamaya çalıştılar. Ülkede metot olarak kana giren mikrop misali çirkef emellerini gerçekleştirmek için, sermaye olarak insanların Yaratan’la bağını, İslam dinini kullandılar. Hiç erinmeden, bıkmadan, usanmadan 30 ,40 ,50 yıllarını verdiler. Ama hesaplarında olmayan ülkenin imanlı vatandaşlarının, canını Yaratan için, vatan toprağı için gönüllü olarak canını verecek olan 249 şehidini, sayısız gazisini ve kendi küçük planlarını bozacak Yaratan’ın yardımını/planını unuttular. Ve İslâm diniyle şereflenen Müslüman ülkesinde minarelerin darbeye karşı duşunun hesabını yapamadılar. Eğer darbe yapan zihniyete sahip insanlar, daha önceden ezanın asıl amacını kavramış olsalardı, bu kötü emellerinde vazgeçerlerdi.
Darbeci zihniyet ezanın; namaz vaktinin girdiğini bildirip namaza davet olduğundan değişik dilleri konuşan Müslümanların hepsine bu davetin ulaştırılması, ancak yine hepsinin ortak bilincine hitap etmekle olur ki, bunun yolu da asli lafızlarıyla okunmasında geçtiğini anlamış olsalardı, belki de bu şeytani davranışlarından vazgeçerlerdi. Beyinlerini başkalarının tasarrufuna sunan zihniyet, özgürlüğe de en büyük darbeyi de vurmuşlardır.
Ezan sesi, duyanlara ‘Günlük hayatın yorgunluğuna tamam, herkes ne yapıyorsa bıraksın. Şimdi nefes alma zamanı.’der. Bu ses, daha dinç ve güçlü olarak hayata devam etme azmi veren bir ses. Sanki bu ses, sadece bir ses değil, görünmeyen bir gücün ruhlara ve beyinlere hükmedişi. Minarelerden yankılanan her titreşimi, yaralı ruhlara mucizevi bir ilaç, insana can veren bir hayat suyu. Bütün dertlere şifa dağıtan bir iksir. En dehşetli korkuları kökünden kazıyan bir güç. Çaresize uzanan bir dost eli. Sanki çöl ortasında ölmek üzere iken yanı başında fışkıran bir abı hayat suyu. Her sözcüğü insanın bütün hücrelerine taze bir can ve kan.
Ezan; insanların hayatını düzene koyan, onu dinlendiren, zamanı iyi kullanmasını belleten ve çağımızın hastalığı diye tabir ettiğimiz bunalım, stres gibi rahatsızlıkların ilacı olan bir nimettir. Ne mutlu bu nimetten faydalananlara….
Ülkemiz, ezanı idrak edip, darbeyi imha etmek için minarelerde okunan salaları duyar duymaz sokağa fırlayan, canını bu vatan uğruna seve seve veren ‘15 Temmuz Destanı’ yazan yiğitleri olduğu müddetçe, ülkede hiçbir zaman darbe planlayıcıları muvaffak olamayacaklardır.