W.Ellery Channıng, ‘Okuyabilirseniz her insan bir kitaptır.’der. Acaba siz, Filistinli birine ait serüven dolu bir kitabı ya da ansiklopediyi okudunuz mu?
İnsanoğlu, sürekli uyarılmaya muhtaç yaratılmıştır. İnsan, kendisine hedefler belirleyip beklentiler oluşturabildiği ve bunları gerçekleştirmek için çaba harcadığı sürece gençtir. Takvim yaşı ne olursa olsun, beklentilerimiz tükendiği ya da hedef ve beklentimizi belirleyemediğimiz gün de ihtiyarlamışız demektir.
Zulme boyun eğmek zulümdür. Hak, elbette batılla çatışmaya girmeli. Ama hakkın ve taraftarlarının olmadığı bir beldede, batılın hükümran olması gayet normaldir. Biz, ümmete dönüp seslenerek; ‘Dicle nehrindeki hayvanın sorumluluğunu hisseden Ömer nerde?’ demeliyiz.
Zulümden bıkmış birinin bir hikâyesi ve ümmete söyleyecek bir sözü mutlaka vardır. O karşımızdaki insanı kalpten dinlemek, karşımızdaki kişinin hissettiklerini içimizde duymak önemlidir. Yıllarca zulme uğramış kişilerin yerine, kendimizi koyabildik mi? Karanlığa sürekli olarak sitem eden birisi olmaktansa, bir mum yakmayı tercih etmek daha insanca değil mi? Uzun bir yolun bile bir adımla başladığını hepimiz biliriz. Acaba çözüm noktasında ilk adımı kim atmalıdır?
Platon, ‘Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar kötüdür.’der. Önce insan, sonra da Müslüman olarak diyebilirim ki; yaşadığımız çağda Müslümanların büyük bir kısmı kendi başına buyruk olup; mezhebi, meşrebi ve coğrafi kaygıları içerisinde kıvranır bir vaziyette bulunmaktadırlar. Çok farklı fırkalara ayrılan Müslümanların batıl karşısında dayanabilmeleri, ayakta durabilmeleri için çok çalışmaları gerekir. Bir camianın ya da cemaat liderinin ön plana çıkartılmadan, Müslümanların yan yana gelerek dayanışma içerisine girebilirlerse işte o zaman dünyada batıl karşısında ciddi bir oluşumdan/İslami hareketten bahsedebiliriz. Aksi halde aynı dili konuşmayan ve aynı duygulara sahip olmayan bizler ümmet olarak daha çok zulüm yapan ilgili ülkelerin mallarını belli zamanlarda protesto edecek, onlar için meydanlarda atacağımız sloganlarımız, sosyal medyada paylaşımlarımız ve de haksızlık/zulüm karşısında yerel ya da ülke bazında düzenlemeyi düşündüğümüz mitinglerimiz var olacaktır.
Aynı şeyleri yaptığı halde, değişik sonuçlar beklemek sizce akıl kârı mıdır? Müslümanlar sadece Kur’an kültürüyle sağlıklı düşünebilir ve sağlıklı sonuçlar alabilirler.
Müslüman’ın sorumluluk alanı dışında kalan alanlar, ya şer güçlerinin sorumluluk alanı haline gelir ya da sokak kültürü ile yetişmiş insanların sorumluluk alanı olur. Batıl güçler, kişinin yaşadığı dünyayı daraltmak için var olan tüm güçlerini seferber etmiş durumdadırlar. Yaşadığımız dünyayı küçültmek, beyinleri köreltmek, düşünceleri yok etmek, hisleri ortadan kaldırmak batıl güçlerinin yegâne vazifesi haline gelmiş ve vazifelerinde başarılı olmak için canla başla çalışmaktadırlar.
Batıl güçler, mazlum Filistin halkına rağmen, Filistin’de İsrail diye bir devlet oluşturdular. Tüm dünyanın gözleri önünde, kutsal olan bu topraklar üzerinde hiçbir hakka sahip olmayan Yahudi milleti, sahiplenme hakkı Filistinlilerden alınıp onlara verildi. Filistinlilere rağmen oluşturulan bu devletin kuruluşu ve toprak gaspı ile de yetinilmedi. Filistinlilere acımasızca zulmettiler, sayısızca Filistinliyi katlettiler. Ben kendimi bildim bileli bütün Filistin halkı, İsrail’in zulmü altındadır. TV ekranlarında Filistin haberi geçtiğinde hep aynı manzaralar görülmektedir. Tüm insanlar tarafından da bu kanayan yara bilinmektedir. Zulüm ve katliamları etkisini hissedip düşünen ve engellenmesi için gereğini yapan çok az kimse vardır.
Düşünen varlık insan, düşüncesi doğrultusunda ve gücü kapasitesince yapılan haksızlığa ve zulme ‘Dur!’ diyebilen insandır.
Batıl güçlerinin yaptıkları zulümlerin hiçbir akla mantığa hitap edecek bir tarafı yoktur. Ve her fırsatta Müslümanları inim inim inletmektedirler. Örneğin; Yahudi, Filistin’i Müslümanlardan almak için tonlarca kan akıtmış ve akıtmaya da devam etmektedirler. Bir Müslüman’ı katletmek onlar için nerdeyse basit bir konu olmuştur. Unutulmamalıdır ki; düşmanların saldırıları geçici ve sınırlı değildir. Onlar, hem coğrafi alanda hem insanlar açısından hem de zaman bakımından hiçbir sınır tanımamaktadırlar.
Ümmetçilik de kardeşlik de zoraki olmaz. Ancak sevgi ve ilgi kuralı üzerine ümmetçilik kurulur. İnsan kişi gelişimine paralel olarak özünde/fıtratında olan ilgiyi ve yaşamın yalın halini de tespit ettikten sonra insanların kardeş olduklarını hissedecek ve özlemini duyacaktır. Bizler kardeşlik ve ümmetçilik için bir ihtiyaç, eksiklik duymalıyız. Yoksa günümüzde meşrepçi bir zihniyette, gayri İslami davranışları çokça görmekteyiz. Yapılan aktivitelerin çoğu İslam için değil, gurubun/cemaatin maslahatı doğrultusunda yapılmaktadır. Dolayısıyla Müslüman’ın bir başka Müslüman’a düşman olması kaçınılmazdır. İdeal olması gereken durumlar yaşanmaz ve tam zıttı bir durum yaşanır. Yahudi’ye beslenmesi gereken kin ve intikam, başka bir Müslüman’a karşı beslenir. Müslüman’lara gösterilmesi gereken merhamet, Yahudi’ye karşı gösterilir. Müslüman’a karşı da şedit olunur. Ümmetin tablosu böyle içler acısı olmasaydı, dünyanın gidişatı değişecekti. Çok küçük olan İsrail’in sesi çıkmazdı, bugün yaptıklarını asla yapamazdı. Filistinliler vatanlarında zulüm görmezlerdi ve öz yurtlarından çıkarılmazlardı.
Yaratan, insana sorumluluk vermiştir. Sorumluluk, kişinin özü ile ilgili bir olaydır. Özünü bilen, ona göre bir yaşamın mücadelesini verir. Bu öz, ilahi bir cemiyetin oluşumunu gerekli kılar. Bu noktada sorumluluk duygusu, ilahi, ulvi bir duygudur. Bir derdin, bir sıkıntının ifadesidir.
İnsanlar, sorumluluk bilinçleri oranında vardır. Hayat belirtileri o zaman bellidir. Bu sorumluluğu taşımayan insanların, ne ümmet içerisinde ne de insanlık âleminde yerleri yoktur.
Sorumlu/dertli insan, yaşamın her alanına ve toplumun tüm kesimlerine müdahale eder. Toplumun bütün sıkıntıları ile uğraşır ve bu sayede toplumun kendisi olur. Böyle kişiler hiçbir problemden kaçmazlar. Var güçleri ile problemi çözmeye çalışırlar. Çözdükçe de olgunlaşırlar ve kendilerini geliştirirler. Sadece içinde bulunduğu topluma değil, ümmetin kanayan yarası Kudüs meselesini de kendilerine dert edinerek, yaşadığı müddetçe ümmetin bir parçası olma şuuruyla hareket ederler.
Sadece Yaratan’a halis bir niyetle dayanan Müslüman, imkânları ve şartları hazırladığı takdirde, dünyadaki sorunların çözümünü sağlayabilecektir. Şu durumda kişinin düşünsel, manevi, davranışsal ve zihinlerdeki tabuları yıkmak yönünde çok yönlü ve sınırsız bir sosyal sorumluluğa sahip olması gerekmektedir. Zira dünyada bu kadar düşman karşısında, engin bir azim ve sınırsız bir sosyal sorumluluk bilinci olmazsa, hiçbir zaman bu sorunların üstesinden gelinemeyecek ve düşmanlara karşı zafer elde edilemeyecektir.
***
‘Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.’ (Maide sûresi-51)