Çevremizdeki insanlar, sadece bir damlanın hacmine, bütün bir kâinatın sığabileceğini anlatmaya çalışan ince ve girift adamlara, iyi bir gözle bakmazlar ve onlara sıradışı/deli edasıyla bakarlar. Ama önyargılı şekilde itham eden bu insanlar da, yeri geldiğinde gözünü kırpmadan, düşünmeden, yaptığı işlerle bir iğne deliğinden bir deve geçirmeye kalkışırlar ve bu durum onları çok komik/gülünç bir duruma düşürür.
Toplumda kahraman olmakla, gülünç olmak arasında gidip gelmeye gerek yoktur. Kimi insanlar, küçücük derlerde, göllerde öleceklerine, ummanda boğulmayı tercih etseler de durum göründüğünden farklıdır. Kahraman olmak için yola koyulanlar, başka kahraman olmak isteyenleri kalleşçe/haince, arkalarından vurmaya yeltenmektedirler. Biliyoruz ki; bir kahramanı sırtından vurmak, bir evliya türbesinin bulunduğu yerde mumunu çalmak kadar kolaydır. Zorlu yollardan kaçanların başvuracağı kolay bir kaçıştır.
***
Yerine göre gaflet, kimi zaman cinayetten daha suçludur. Hayatımızın her kesitinde örneklerimiz mevcuttur. Ne kadar vücudumuzun bir organı olan kolumuz, beynimizin emrinde olsa da, çoğu zaman gaflet uykusunun ağır basmasından ötürü, hayatımıza yön verecek kararlar için sandık başına gittiğimizde bizim daha dikkatli olmamız gerektiğini hatırlatır. Kimilerine göre ağaç bahanesiyle ülkeyi bölmeye, geri götürmeye çalışan zihniyetin ağaçtan anladıkları şey, toprak üstündeki çıplak gövdedir. Kök, onlar için karanlık ve içinden çıkılmaz bir düğümdür. Olaya sadece açık olan madde ekseninde baktıkları için, ruhun gizliliğini ve bütün hakikatlerin ruhta olduğunun hesabını yapamazlar. Yıllarca insanları, kendi ruhlarının atmosferine alıştırmaya çalışanlar, insanları yağmurun rutubeti içerisine koydular, koymaya çalıştılar. Yağan yağmurun bir damlasını bile anlamak istemeyen zihniyetti bu.
Bir damla suyu idrak edemeyen zihniyet, insanların ömürleri boyunca edindikleri alışkanlıklarını, bir çırpıda değiştiremeyeceklerdi. Ama ömürlerinde hiçbir kere hakikati, böyle yüzlerine çarpacak yağmur damlalarının bu kadar sert olduğu bir durumu yaşamamışlardı. Yüzlerine çarpan sert yağmur damlaları, seçmenleri gafletten uyandırmanın zevkini yaşıyordu. Bu durumda sabır, unutmak değildi. Sabır, bir işin gününü, saatini, olma anını kestirebilmekti.
Düşmanını büyük gören ve kendisini küçük görerek yoluna devam eden, bir damla sudan yaratıldığını hiçbir zaman unutmayanlar, işin farkındaydı. Hangi dağın, hangi taşın altında neler vardı, bilinmezdi. Ama düşman, bizim tarafımızı, bizden daha iyi anlayan ve kullanandı. Bizi iyi tanıdıkları için, tuzağa nasıl düşeceğimizi daha iyi biliyordu. Bu acı gerçeğimize sabır gerekiyordu. Çektiğimiz sabır, çekileni duymamak değil, ona dayanmayı bilmekti. Acı gerçeğimiz ne kadar büyükse de, sabrın da bir o kadar büyük olması gerekirdi.
Atalarımız; ‘Yaş odunlar gibi söylene söylene, haykıra haykıra yanacağına, kuru odunlar gibi sessiz ve olgun, yan.’ demişler. Buradaki sabır, yanmamak değildir.
***
(Allah korusun)Her zaman belâ geldiği zaman, boşlukta/yoklukta ilerleyen bir ok gibi çarpacak bir yer bulmamalıydı. Her şey daha elden gitmeden, elden çıkmış görmeyi bilmek ve bilmemiz gereken nokta ise yaşanılan ve yaşanılacak bu acının bir kere olduğu ve çekileceği gerçeğiydi. Sabredilseydi, ilerisi rahatlıktı. Ama sabretmek, o kadar da kolay değildi.
Her şeyi elden gitmiş bilerek hareket etmek en iyisiydi. Böyle düşünerek, bilmek, o şeyi vermek midir diye çoğu zaman kendi kendimize sorgularız. Hâlbuki bunu böyle bilmek, o şeyi tutmak ve belâdan daha kuvvetli olmaktır.
***
Hayatımızda büyük sandığımız olaylara, bazen küçük bir dürtüşün yol açtığını görürüz. Küçük bir damlanın nelere kadir olduğunu yaşarız.
***
Hayat, esrarlı bir köşedir. Öyle bir köşe ki, uçsuz bucaksız hayatın en başıboş kıvrılışları onun içine sığdırılacak bir hayattır. Hayat, aslında çeşitli perdelerden de oluşmaktadır. Önümüzde duran her kapı açılışında girdiğimiz ortamın kapanına/tuzağına takılmayarak diğer iç odalara açılan geçitleri rahatça bir görebilirsek ve bu şekilde de yolumuza devam edebilirsek, o zaman ne mutlu biz(ler)e.
Hayat, yalnız çıplak köşeleriyle değil, içinde bizi ne kadar yönlendiren bir Yaratan olup olmadığı ile anlam kazanır. Bizi bir damla sudan Yaratan sayesinde, hayat ayrı bir anlam kazanır. Yaratan’ın eserini, bir damla sudan yaratılmışlara anlatmaya mecbur oluşu kadar giren/gelen hiçbir şey yoktur.
Bir damla kadar nedeni olmadan ölümler yaşansa da, kimsenin yiğitliğine leke sürülmez, sürülemez. Toprağımızı bizden ihtimal halindeki ölüm değil, hakikat halindeki ölüm değerli kılar.
Düşünce ufkumuza düşen her damla suda, mahrem benliği düşüncelerinde, düşünceleri aksiyonlarda ve aksiyonları memleket müdafaasında gizli bir şahsiyetin deseni gizlidir.
Bizleri gafletten alıkoyan, yüzümüze sert bir şekilde çarpıp bizi kendimize getiren, nice bir damla suyla tanışmamız dileğiyle… Esselamünaleyküm…