DEMİR ANCAK DEMİRLE KÖRELİR
İnsan nadir değil, insanlık nadirdir. İnsanın insanlığı, akıl ile tayin edilir.
İnsanı değeri, taşıdığı insan sevgisi ve yardım duygusu ile ölçülür. İnsanı değerli yapan ise, akıl ve bilgisidir. Bütün saygı ve itibar akıl içindir. İnsandan aklı atınca geriye bir avuç çamur kalır. Bilgi ise öylesine değerlidir ki; karanlık gecelerin aydınlatıcısı olan bir kandile benzer. Bilgi, bizim önümüzü aydınlatan bir ışıktır.
Akıl insanı yüceltir, bilgi ise büyütür. Akıl, bilginin sarayıdır. İnsan her ikisi sayesinde toplumda saygı görür.
***
Unutulmamalıdır ki; ülke toprakları en son teknolojik silahlarla alınır. Fakat ülkeler kalemlerle elde tutulur. Onun da yolu akıl ve bilgidir.
İyi niyet sahibi olmak, yüzlerce yıllık algı biçimlerini değiştirmek için yeterli değildir. Çünkü iyi işler yapmak, yokuş tırmanmak gibidir, zordur. Ama kötü işler ise yokuş inmek gibidir, kolay elde edilir. Tercih hakkı sizin. Bu hakkınızı kullanırken gaflet halinde olmamaya dikkat etmemiz gerekir.
İnsanı gaflet uykusundan uyandıran düşmanlardır. İnsan düşmanları sayesinde, her zaman dikkatli ve uyanık bulunur.
***
Geçmiş, ibretlerin hazinesi ve şimdiki/gelecek nesillerin öğretmenidir. Tarihten aldığımız bir ibretle diyebiliriz ki, silah konuşmaya başlarsa, kalem susar. Susmayan kalemlerin var olması için mücadele verenlerden biri olmak, Hak sözü söyleyecek, kınayıcının kınamasından ve zalimin zulmünden çekinmeyecek güçlü kalemler olmamız gerekir. Çünkü her insan, konumu ve imkânı nispetinde kendine düşen görevi yapmakla Yaratan’ına karşı sorumludur.
Unutulmamalıdır ki; gücün hakkından değil, hakkın gücünden yana olarak, ‘Demir ancak demirle körelir.’ diyenlerdeniz. Zorla gasp edilen haklar, ancak yumuşak bir edayla değil, ancak ve ancak en asgari düzeyde, aynı yöntemle geri alınabilir.
Bir insan olarak yaşadığımız müddetçe gaflet içinde olanları uyarmak, uyuyanları uyandırmak, unutanlara hatırlatmak, korkanlara cesaret vermek, kararsız olanlara yol göstermek, içimizdeki hainleri ortaya çıkarmak, hakkı savunmak, batılı ortadan kaldırmak, adaleti tesis etmek ve yapılan yanlışa/zulme karşı koymak üzere girdiğimiz her mücadele insanlık adına değerlidir. Çünkü ‘Biz’; ırkçı bir ümmet değiliz. Bilakis mesajı, hedefleri ve ilkeleri olan bir ümmetiz. Bu kutsal değerlere iman edip, sahip çıkan ‘Herkes’ gibi ırkı, rengi ve vatanı ne olursa olsun hiçbir ayırım yapmaksızın bu ümmetteniz. Ümmete mensup her insan, Yaratan’ın yarattıklarının soylarına/soy isimlerine göre değil, bizzat ameline göre değerlendirdiğinin bilincindeyiz.
Dinimiz İslâm, yıkmak ve bölmek için değil, onarmak ve tamamlamak için gelmiştir. Dinimizin gereğini yapmaya çalışan İslâm ümmeti ise, İslâm’ın yüce değerleriyle özdeşleşen evrensel, dengeli ve köklü bir risâletin sahibidir. Biz ümmet olarak, dünyada güçlü (!) olan devletlerin masalarındaki satranç tahtasında gönüllerince oynayıp durduğu taşlara döndük. Satranç tahtasındaki fil, at, kale hatta vezir şah demeden oyununu sürdürdüğü, dilediği vakit istediği taşı sağ bırakmakta, istemediği hayati taş(lar)ı da yok etmektedir.
Güçlü (!) ülkelerin, maddi üstünlüğü, hiçbir zaman onların iyi ve doğru olduğu anlamına gelmez/gelemez. O ülkelerin maddi güçleri gerçektir ama geçicidir. Yaşadığımız dünyada Hak er ya da geç yerini bulacaktır. Bundan şüphemiz yoktur.
Amaçlarımızdan biri; dünyadaki güçlü (!) ülkeler karşısında, teslim olmayı reddeden, acizlikten sıyrılıp şerefli ve onurlu bir yaşamı tercih eden biri olmak. Kılıcını ve mızrağını kuşanmış ve atına binmiş bir haldeyken düşmanına hemen teslim olan bir insanın, bunu bir kahramanlık ve zafer sayması ne kadar komiktir. Yaşadığı toprakların tamamından ya da bir bölümünden vazgeçmeyi bir kazanç sayıp çevresinden bunun için alkış ve övgüler beklemesi de abestir. Yiğitlerin tarihinde hiç alışık olmadığımız bu durum, ancak kahramanın (!) kuklaya, atın eşeğe, kılıcın da bastona dönüştüğü durumlarda söz konusu olabilir.
Bizler, İslâm medeniyeti olarak etkilenen değil, etkileyen bir medeniyet olduğumuzdan dolayı, yolumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Eksikliklerimizin, yanlışlarımızın farkına varan bizler, toplum olarak ancak kendimizden önceki düşünce birikimlerini eleştirel bir biçimde özümseyip, yeni sentezler üretebildiğimiz ölçüde, evrensel bir medeniyet tecrübesine sahip olabiliriz. Aksi halde sahip olduğumuzu zannederiz.
***
İnsan yaşadıkça düşündüklerini, gördüğü gerçekleri saklayamaz. Konuşmak zorundadır. Yoksa sıkılır, patlar. Eğer insan, hareket noktasında ilke sahibi ise bu kayda değer bir durumdur.
Hayat felsefemizin, ‘Doğru sözün yararı, eğri sözün yergisi çoktur. İnsan doğru söyleyecekse dilini kımıldatmalı, eğer eğriyi/yanlışı söyleyecekse de dilini bastırmalıdır.’ tümcesi olması dileğiyle…