RENKLİ DÜNYANIN RENKSİZ YOLLARI
İnsanoğlu topraktan yaratılmıştır. Toprak gibi alçakgönüllü olmaya aday bir insan; ağzını açıp konuşmaya başlamadıkça ve söz söylemedikçe, kusuru da ilmi de gizli kalır, belli olmaz.
Bir köşede sessizce oturan dili olmayan veya sağır bir insan, diline hükmü geçmeyen insandan daha iyidir. Bizler, dilini dizginlemek ve dilinde Yaratan’ın hükmü geçen kullardan olmak için yollara düştük. Yollarda, yaşamımızın her alanında, atılan ok(lar)a şahit olsak da, atılan ok gerçekte yaydan geçse de akl-ı selim sahibi bir insan oku yaydan bilmez, yayı tutan güçten bilir.
‘İyiliklere uyanık, kötülüklere âmâ olmak’ şartıyla çıkılan bu kutsal yolda, kul olmanın gereğini samimi bir edayla yapanlar, Yaratan’ın kapısından umutsuz olarak dönmeyeceklerinin garantisiyle, dünyada iken adaletle iş görmeyenlerin elbet bir adalet günü olduğu gerçeğinden hareketle, doğru istikamet üzere gidilen yoldan gidenin kaybolduğunu, yolunu şaşırdığını ve yaşamında bedbaht olduğunun kimseler tarafından hiçbir zaman görülmemiştir gerçeğini tasdik için kalemimize yön vermiş bulunmaktayız.
***
İnsanlardan ok atmayı öğrenen bir insanın, sonunda okunu atmak için, kendisine ok atmayı öğreten insana nişan aldığı, nankörlerin, vefasızların bulunduğu basit bir dünyada yaşamaktayız. Varlığın bâki olmadığı bir dünyada… Hayırlı netice veren, bir işi iyi şekilde bitiren yalan söz, fenalık ve fesatlık çıkaran, fitne koparan doğru sözden daha iyi olduğu, ilm-i siyasetin revaçta olduğu bir dünyada… Çoğu zaman iyilerin değil, iyi oynayanların sahnede yer aldığı bir dünyada… Kötülere iyilik etmenin, iyilere kötülük etmek olduğu bir dünyada… Her kesimden, her çeşit insanı cebinde taşıyan rengarenk bir dünyada…
Dünyada hareket halindeyken -şahit olduğumuz- gördüğümüz, içinde her türlü çelişkiyi barındıran yollardan birkaç tanesine örnek vermek gerekirse; uyuyan bir kimseyi, uyuyan bir kimse tarafından uyandırılmaya çalışıldığı bir yol… Dostları gücendirmenin cehalet olduğunun bilinmediği bir yol… Dik kafalılık yapıp, benlik iddiasında bulunulup, düşmanın her taraftan üzerine bir mıknatıs gibi üşüştüğü bir yol… Bir mecliste konuşulacağı ve söylenileceği zaman susmanın, susmak icap ettiği zaman konuşma yapma çelişkisinin yaşandığı bir yol… Bazı insanların uzak diyarlardan -kur’ada çıkmanın sevinciyle- gelerek, nitelikten yoksun bir nicelik anlayışıyla, sadece ihtiyaçlar kıblesi olarak görülen Kâbe’yi ziyaret etmenin kendi şahsında tam manasıyla idrak edilemeyip, pozitifliğin yaşanmadığı bir yol… Toplumca görmüş geçirmiş, tecrübeli, olgun ve iyi yetişmiş, yaşça ileri olan bir insanın dahi düşünmeden, tartmadan söze başladığının, konuştuğunun yaşandığı bir yol… Köpeğin sesinin, ağzının, lokma ile kapatıldığı bir yol… Sofra başında bütün düşmanların dost göründüğü, beraberce rol yaparak yürümeye çalıştıkları bir yol… Koyunun çoban için değil, çobanın koyun için anlaşılmadığı bir yol… Yaşanılan coğrafyada bir sonbahar rüzgârı estiği zaman hangisinin mert, hangisinin namert olduğunun anlaşılmadığı, bulanık bir yol… Akıp giden tek kullanımlık ömrün bir daha geri gelmeyeceğinin, hayatın tekrarlanmayacağının şuurunun unutulduğu bir yol… Elinde meşale tutan âmâya benzetilen, günahtan çekinmeyen âlimlerin (!) fazlaca olduğu bir yol… İzzetle hayata veda etmenin, zilletle yaşamaktan daha iyi olduğunun kavranılmadığı bir yol… Güneşin -hâkikatın- kıymetini bilmeyen, yarasa ruhluların güneşten hoşlanmayacakları bir yol… Ve tasvip etmeyeceğimiz diğer yollar… Yaratan bizi bu ve buna benzer yollardan ırak eylesin.
***
İnsanoğlu suratı asık, ‘mahkeme suratlı’ diye tabir edilen insanların elinden baklava yemekten daha çok; yumuşak huylu, nezaket sahibi birinin elinden acı bir yemek yemek ister. Söyleme şeklimiz hoşumuza gitse de gitmese de sonuç değişmeyecekse, er ya da geç de olsa gerçeklerle yüzleşeceksek, asık suratlı olmaya razıyız.
Akl-ı selim sahibi şaka ile söylenen sözden bile ders alır, istifade eder, kendisine bir hisse kapar. Ama cahil birine yüz kere hatta bin kere dâhiyane bir söz sarf etsen bile, onun için bu sözler bir masal olur, ona vız gelir.
İnsan inandığı, asla hiçbir zaman unutmadığı ve O’nu -Yaratan’ı- anmakla huzura kavuştuğu biricik gerçekle bütünleşirse, tüm mükemmelliklere sahip olmak için doğru yola çıkmış olur. Ve eğer söz konusu mutlak gerçekten -Yaratan’dan- uzaklaşırsa, kendi kökünden ayrılmış bir ağaca benzer.
***
Bu dünya nutfesi yaşam rahminde bir diğer yaşam gizlidir. Eğer insan, Yaratan’ın davetine icabet ederek Asr Suresi’nde: ‘‘Asra yemin olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, Salih amel(iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.’’ ayetlerinde geçen ‘iman edip, salih amelde bulunarak’ onu rızıklandırıyorsa o nutfe gelişip, ‘nur ve pak bir yaşam’ meydana gelir. Eğer bu nutfe, söz edilen rızıktan mahrum kalıp yıpranırsa, insan ‘zulmet, felaket ve karanlık bir yaşam’a duçar olur.
Yaratan’ımıza karşı akl-ı selim sahibi olmamız dileğiyle…