YOLCU
Kendi özünü tanıyan insan, yetki ve layık oluşu nedeniyle yeryüzünün seçilmiş en iyi muhtarıdır.
İNS’anın (İns, insan demek) bilgisi yavaş yavaş arttıkça, buna paralel olarak, hayat varlığının ve canlılığının da değeri artar. Eğer insan, her türlü durum (mutluluk, şiddet, refah, sıkıntı, ..vb) karşısında -Yaratan’ın rızasına uygun- aynı kalırsa ve kendi davranışlarında da ahlâkında da değişme müşahede edilmezse o kişinin değeri artar.
İnsan, kendini ve içinde yaşadığı evreni tanıdığı ölçüde bir ‘canlı’ dır. ‘Canlı’ olan insan, beğenilmeyen amellerden, saptırılmış ve fasit düşüncelerden, şehvetin zifiri karanlık derinliklerinden kendisini kurtarıp, güzel ve ideal olan yaşama vardığı zaman ‘canlı’ dır. O canlı’ lar ki, nurun aydınlığı altında adım atmaya ve hiçbir zaman başıboş dolaşmaya ve yanlışlığa/günaha düş(ürül)mezler.
***
‘Kendini bilme’ ye davet eden, ‘Yaratan’ı tanımak için kendini tanı’ ve ‘Yaratan’ı unutma ki, kendini de unutmayasın’ ilkesi, inandığımız, itaat ettiğimiz, sürekli takipte olduğumuz yolun/dinin ilk esaslarındandır. Bu yolda ilmin yaşanılan ortamı, dünyayı, bilmek olduğunu, imanın ise kendini bilmek için bir hazine oluşunu görmekteyiz. Yaşadığımız müddetçe ilim ehli olmak için bilmediğimizi sormak, merak etmek önemlidir. Çünkü bir şey sormak, insanı ‘bilginlik izzeti’ ne ulaştıran yol için bir kılavuzdur.
Yola çıkan yolcuların hepsinde aynı oranda Yaratan tarafından kendilerine bahşedilen fıtrata rağmen, kulaklarına fısıldanan hakiki sese kimileri dikkat eder, kimileri dikkat etmez, kimileri de az dikkat eder. Bu hakiki ses, insanın vücudunun manyetik ibresi, İslâm kutbundan başka bir tarafa yöneltmiyor. İnsandaki var olan fıtratın(kimine göre vicdanın) sesi, İslâm kaidelerinden başka bir kaide istemediğinden dolayı, İslâm’a ‘fıtrat dini’ denmesinin sebebi budur.
Fıtrat ile çıkılan bu yolda, hedefe varma doğrultusunda daha rahat hareket etmemiz için bütün şartlar, vesileler, faktörler kısacası her şey -Yaratan tarafından- düşünülmüş ve hiçbir şey eksik bırakılmamıştır.
***
Yolun aktif bir yolcusu var. Yolcunun, farkında olsun ya da olmasın, geleceği üzerinde oynadığı rol, hem bilinçli hem de özgürcedir. Yolcu, akıl ve irade güçlerine sahip olduğundan dolayı, geleceğini tamamen istediği bir şekilde ve hür olarak kurabilir. Tamamen karar kendisine aittir. Kararlarında ve sonuçlarından dolayı bir başkasını suçlama hakkı yoktur.
Yolcu, sadece şimdiki zamanın etkisinde değildir. Geçmişte yaşadıkları, şimdiki zamana kadar ki süreçte gelişen olaylar, onu alabildiğine etkiler. Kendi içinde neden-sonuç ilişkisi kurarak, her şeyin geçmişiyle geleceği arasında mutlaka bir ilişkinin olduğunu, birbirinden tamamen bağımsız olmadığının farkındadır. Yolcuya göre geçmiş, geleceğin tohumu ve çekirdeğidir. Geçmişten hisse alınmalıdır.
Yolcu, prensip sahibi olmalıdır. Yolcuya göre, yol üzerinde hedefe ilerlerken, eğer birisi boğulmak üzereyse ya da hayati tehlikesi varsa ve o insanı kurtaracak gücü, imkânı varsa, onun sıkıntısını gidermek yolculuğun ilk temel vazifesidir. Çünkü yolcuya göre, her kemiğin içinde bir ilik ve her gömleğin içinde bir insan -canlı- vardır. Canlıya zaman kaybetmeden gereken yardım yapılmalıdır.
Yolcu, iyi de olsa kötü de olsa, en sonunda hedefe varacaktır/ölecektir, dünyaya veda edecektir. O halde yol süresince iyilik yapmak, yolcu için mutluluktur ve ileriye yönelik kazandırmama lüksü olmayan bir yatırımdır. Ve iyilik yolunu tutan yolcu, her zaman bahtiyar olacaktır.
Yolcunun yaşamı, yaz mevsiminde güneşe maruz kalan kar gibidir. O kadar aşırı sıcaktan erimiş ve artık bitmek üzeredir. Hâlbuki çoğu yolcu (lar), gurura dalmış, kendini aldatıyor, farkında değil, tükenmeyeceğini düşünmektedirler. Yolcuların bu gerçekten haberi yoktur. Yolcu, on dervişin bir basit kilim/hasır üzerinde uyuyabildiğini, ama bir ülkede iki idarecinin hiçbir tarafa sığmadığını görememektedir. Şimdi bırakalım bu acı gerçekleri. Yolcu, yolunda gerek… Ebedi yolculuk yemeğini götürmesi için yolcuyu rahat bırakmak gerek... Yolcuya söylememiz gereken tek cümlemiz olmalı. O da:
‘Hayırlı yolculuklar…’