Kaldığımız yerden devam etmek gerekirse;
İnsanı yaratan Allah kadını bir birey olarak kabul etmemiş olabilir mi?
Toplumları doğuran kadının mutluluğu en azından toplumlar için önemli değil midir?
Çocukları, mutsuz kadınlar eliyle yetişen toplumların insanlık için verebileceği ne olabilir?
Erkeklere yüklenen tek vazife evin iaşesinin temin etmek midir?
''İnsanı huzur ve mutluluğa götüren yol'' ifadesi klasik kaynaklarımızda dinin tanımı olarak yerini bulmuştur. Buradan hareketle, dinin insanın psikolojisini önemsememesi ve mutluluğunu sağlayacak şeylere değer vermemesi düşünülemez.
Allah insanı,dolayısıyla birbirinden az ya da çok olmamak koşuluyla kadın ver erkeği birey olarak görür ve mutluluklarını önemser.
İnsan biyolojik bir varlıktır. Beden ve ruhuyla bir bütündür. Bedenin sağlıklı olması kadar ruhun da sağlıklı olması önemlidir.
Dahası, ruhu hasta olan insanın bedeninin sağlıklı olmasından söz edilemez.
Bedenin ihtiyaçları yeme içme ile karşılanırken, ruhun sağlığı mutlu olmasıyla karşılanmış olur.
Kadının mutluluğu, evin mutluluğunun teminatıdır. Sağlıklı çocuklar mutlu annelerin eliyle yetişir.
Kadının mutluluğu ise eşiyle mutlu olmasından başka birşeyle mümkün ol/a/maz.
İşte tam burda peygamber öğretisi olarak ''kadınların Allah'ın emaneti'' olarak görülmesi çok önemlidir.
Kadınların eşleri üzerindeki hakları biyolojik gereksinimlerin çok ötesinde, ruhsal gereksinimlerinin karşılanmasıdır.
Evine geldiğinde güler yüz bekleyen her erkeğin, güler yüzlü olmak gibi bir sorumluluğu vardır.
Erkek kapıdan girdiğinde Tv deki dizilerin takibinden daha çok eşinin duygusal gererksinimleri gibi bir görevi gündemine almazsa kendisine cennet olabilecek yuvanın cehennem oluşunun nedenlerinden en önemlisini icra etmiş olur.
Mahremiyet ekseninde varlık sürdürmek durumunda olan kadının, yaşadığı hayatta eşinden başka bir seçeneği yoktur. Bu nedenle görülmeye farkedilmeye ihtiyacı vardır. Popüler kültürün kadınların egosunu şişirerek ciddi bir kimlik erozyonuna neden olduğu gerçeğinden yola çıkılırsa, bu farkedilme ihtiyacının ne kadar hayâti bir öneme haiz olduğu anlaşılacaktır.
Ekran önünde insani meziyetlerden yoksun onlarca kadına gösterilen toplumsal rağbet, evinde değersizleştirilmiş kadınların ruhunda onulmaz yaralar açacaktır.
Kadın kocasına ve evine tüm varlığıyla kendisini adarken, bir varlık olarak kabul edililip buna göre davranış sergilemeyen eşinin sunduğu hayatıyla çocukları için verimsiz bir eğitmen olurken eşini de eşsiz bırakması kaçınılmaz olur.
Kocasına süslenmek gibi bir görevi olan kadının en vazgeçilmez hakkı, onun tarafından aynı hassasiyetle muamele görmektir.
Erkeği kendisini yatağına davet ettiğinde ona karşı ''eş'' olma sorumluluğuyla yüklü kadının eşi üzerindeki en önemli hakkı, bu vazifesini hayvani bir vazife olarak değil, insan olmasından kaynaklı bir değer ile icra edebileceği koşulların eşi tarafından oluşturulmasıdır.
Eşinin ailesine karşı kendi ailesi gibi davranma sorumluluğu, her iki tarafın da ihmal etmemesi gereken bir sorumluluktur.
Peygamberimizin hz Aişe ile olan diyalog ve iletişimi herkesin malumudur. Yılara rağmen devam eden bir sevgi, ve iletişimin birlikte koşarak yarışmakta sembolleşmiş gücü örnek alındığında, kadının eşine sunacaklarının teminatı olacaktır.
Teknolojinin zirve yaptığı zamanlarda, eşlerin birbirlerini ihmâl edecek kadar teknoloji bağımlısı olmaları ciddi bir sorundur. Her iki taraf için de hassasiyet gösterilmesi gereken bir husustur.
Kısacası kadın ve erkek birbirini tamamlayan, biri olmadan diğeri yarım kalan varıklardır. Hiç birisinin diğerini ''eşsiz'' bırakmaya hakkı yoktur.
Eşler birbirine ''eş''olmayı başarcak kadar hassas olmalı, ve bunu en önemli görev olarak bilmeli, bir iken ayrı olmamak için gerekli her şartı yerine getirmelidirler.
Kadın da erkek de bir diğeri olmadan yarım kalan bir bütünün parçalarıdır.
Her iki taraf da birbirinden sorumludur, karşılıklı hakları vardır.
İşe öncelikle'' Kadının eşi üzerindeki hakları'' başlığını kitaplara koymakla başlamalıdır.
Kültürel algıların bireyleri kadın ve erkek hakları konusunda duyarsızlaştırdığı bir zamanda işin erbabının halkı bu kültür erozyonunun etkisinden çıkaracak akademik, biilimsel, sosyolojik, psikolojik çalışmalar yapmaları gerekmektedir.
Yeni bir kültür inşası, sorumluluğunun bilincine varmış bireylerin çabalarıyla mümkündür.
Vesselâm...