RUHLARIMIZI GERİDE BIRAKMADAN
Bir koşturmadır gidiyor hayat. Nefes nefese kaldığını hissediyor insan bazen bu koşturmanın içinde. Yorgun düşen ruhların verdiği sancının büyüklüğü yanında bedenlerin yaşadığı yorgunluğun sözü bile olmaz. Bedeniniz yorulduğunda nefes alır dinlenirsiniz. Yaratıcı, nefes alırken soluyacağınız havayı atmosfere cömertçe koymuştur.
Ruhunuz yorulduğunda da durum bundan farklı değildir.İhtiyacınız ve nefes almak kadar önemli olan olan şey, yaşam alanınıza kodlanmıştır. Onu fark edip soluklanabilmek ise çoğu zaman bizim dışımızda şeylere bağlıdır.
Ancak ruhumuzun ihtiyacı olan devinimler her ne kadar fıtratımıza kodlanmış olsa da yüreğimizin gücü onu harekete geçirmeye yetmeyebilir. Bir şeylerin ters gittiğini fark etseniz bile o boşluğu nasıl dolduracağınız hakkında bir fikriniz olmayabilir. Bazen de çırpınışlarınızın sizi sürüklediği yerde ruhunuzun tepe taklak yuvarlanışını çaresizlikle izlersiniz de elinizden bir şey gelmez.
*****
Öyle çok koşturmalarımız var ki hayatta... Bu koşturmalar içinde bırakın ruhumuzun ihtiyaçlarını hissetmeyi, bir ruhumuz olduğunu bile unuturuz da unuttuğumuzun farkında bile olmayız çoğu zaman.
*****
Kaç zamandır yazı yazamıyorum. Yazmak insanın iç dünyasını dışa aktarmasıdır diye düşünerek kendime baktığımda iç dünyamdaki sesin susmamasına rağmen yazamadığımı, ve yazmak için adını koyamadığım bir şeye ihtiyacım olduğunu hissediyorum.
Geçen gün kitap fuarında bir yazarla konuşurken bu konuyla ilgili bana iyi gelecek şeyler söyledi...
Yazmak insanın kendi ihtiyacı olmalı, dedi mesela. Issız bir adaya düştüğünü düşünerek, söylemen gerekenlerin hiç birisini içinde tutma lüksün olmadığını hissedersen yazman daha kolay olur dedi.
Sanırım öyle.
*****
Yazmayınca yaşamıyor mu ki insan?
Yaşarken iç sesini susturabilen var mı?
Kendimizle konuşup etrafımızda olan bitenleri tahlil etmeye ara veriyor muyuz?
Öyleyse yazmak yaşamaktan farklı bir şey değil. Yaşadıklarımız yazmak, yazdıklarımız da yaşamak olabilir mi?
Ya da dile getiremediğimiz dualarımız olabilir mi yazdıklarımız? Kimbilir...
*****
İnsan ruhu yaşarken de yazarken de eşsiz...
Önemli olan bu eşsizliğin farkına varıp ruhumuzu kendimizden mahrum bırakmadan yaşayabilmek olsa gerek.
Hayat tekrarı olmayan bir tecrübe. Gözlerimizi dünyaya açmadan önce yaşam egzersizleri de yapmıyoruz şüphesiz. Merhametin sembolü olan annelerimizin bedenindeki alıştığımız o eşsiz ve huzur dolu mekandan ayrılırken ağlayarak geliyoruz dünyaya. Dayanaksız ve yalnız...
Annelerimizin merhametli kollarında büyürken hayata dair zihinsel ve bedensel ne çok gayret sarf ediyoruz. Düşünce kalkmayı da kalkınca ayakta durmayı da yine kendimiz öğreniyoruz.
Hastalıklarla mücadele etmeyi öğreniyor mesela, bedenimiz... Bağışıklık sistemlerimiz karşılaştığı zorluklarla doğru orantılı olarak gelişiyor. Karşılaşmadığımız hastalıklarla da aşılar yapılarak karşılaştırılıyoruz. Beden denen eşsiz mucize, böyle böyle hayatta kalma ödevini başarıyla tamamlayabilecek güce ulaşıyor.
Çok ta dahlimiz olmayan bu süreç başarıyla tamamlanırken muhteşem yaşam döngüsünü hayretle izleyecek bilinçten bile uzak kalabiliyoruz çoğu zaman. Rutin şeyler sıradan oldukları oranda dikkatlerimizden uzaklaşıyor. Bize verilmiş muhteşem bir nimet olan hayatı bu vurdumduymazlıkla, izlemekten bile aciz kalıyoruz çoğu zaman.
*****
Bedensel tekamül süreci böyle kusursuz bir şekilde ve eksiksiz işlerken kusursuzluğu fark etmekten aciz kalıyoruz. Hayata hazır olduğumuzda kendi kendimize ayakta durabilmenin harika huzurunu yaşıyoruz Sürecini gözden kaçırdığımız sonuçlar çok iyi geliyor bize. Çoğu zaman müdahil olmadığımız şeylerle güçleniyor hayata tutunuyoruz.
*****
Öte yandan bedenlerimiz gibi ruhlarımızın da belli oranda olgunlaşmaya ihtiyacı olduğunu unutmamak lazım. Bedensel direnç seviyemiz bir açıdan sadece bizi ilgilendirirken ruhsal olgunluk ve olaylar karşısındaki direnç seviyemiz etrafımızdaki insanları da doğal olarak etkiliyor. İşte tam bura kalplerinde maraz bulunanlarımızı hatırlamakta fayda var.
İnsan, kendisini gördüğü nispette kendini fark edebilen bir varlık.Esasen etrafına değer verip sorun üretmeyen kişilikler de bu kendini fark edebilenlerden çıkıyor.
Kendini tanıyan rabbini de tanıyabiliyor ve çevresindeki insanlarla anlamlı ilişkiler geliştirebiliyor.
*****
Durup düşünmek önemli..İnsan ancak durup düşündüğü zaman kendisini görebiliyor. Uzak doğu felsefi inanışlarından birinde hızlı giden insanların ruhlarının kendilerinden geride kaldığına inanılır. Şahsım olarak ben bu inancın felsefi temelleri ne kadar sağlam olduğu konusuna hiç girmeden, doğruluk payı olduğuna gönülden inandığımı rahatlıkla söyleyebilirim.
Çok hızlı yaşadığımız için ruhlarımız geride kalıyor dostlar. Hızlı yaşadığımız için kendimizi bile göremiyoruz, tabir caizse.
Hızlı yaşıyor olmamızın tek nedeni ise teknoloji çağı vs değil kuşkusuz. Beden ile ruh arasındaki iletişimi kesmek ya da zayıflatmak, hızlı yaşamaya neden oluyor çoğu zaman. İhtiyaçlarını bedensel zevk ve isteklerin belirlediği insanların ruhsal yönünün ne kadar da zayıf olduğunu görmek için ruh bilimci olmaya gerek var mı?
*****
Geçenlerde okuduğum bir romanda geçen küçük bir diyalog çok ilgimi çekmişti. Adam soruyor:
-İsviçre güzel bir yer mi?
-Evet.
-Peki dağları nasıl?
Yaşadığı dünyayı küçücük sanal ekrandan ibaret sayanların anlayamayacağı kadar ince bir şey bu.
Etrafına bakabilen insanların ruhları incelir ve kendisini görmeye ancak o şeffaflıkta imkan bulabilir.
*****
Yaşadığımız her yerde etrafımıza bakmaya çalışalım. Güneşe, dağlara bayırlara bakalım. Mis gibi havayı içimize çekerken yanımızda sevdiklerimizin olmasına dikkat edelim. Ruhumuzu inceltirken ince ruhlarla yanyana olmaya çalışalım.
*****
Bedenimiz bizden bağımsız büyüyüp gelişebilirken ruhumuzun gelişmek için bize ihtiyacı var. Asil ruhlar etrafındaki güzellikleri görebilir ancak. Güzellikleri görebilenler ise etrafını güzelleştirir. Yaşanabilir bir dünya, içinde ruhlarımızın nefes alabildiği dünyadan başkası değil. Sesi kısılmış ruhların ise bu dünyaya hiç bir faydası yok.
*****
Öyleyse ruhlarımızın sesini kısmayalım dostlar. Biraz yavaş yaşamaya çalışalım olur mu? Yoksa ruhumuz gerçekten çok geride kalıyor. Geride kalmış ruhlarla dönmek zorunda kalan dünya, içinde yaşayanları çok bunaltıyor.
Hayat nefes almaya değecek kadar güzel. Nefes almadan yaşamak için ise çok kısa...